ÖLÜM KÜLTÜRÜ
Analitik, eleştirel ve tashih anlamında yazıp sunulan her şeyin sağır kulaklara çalınması artık şaşırtıcı değil. Hikâye, kültürel olarak anlaşılmaz hale gelmiş, siyasi ve entelektüel analiz araçlarının erişemeyeceği bir ölüm ve psikolojik olarak zorlayıcı bir sürecin hikâyesi!
Bizden evvelki insanlar, ölüm kültürünün yalnızca ölüm getirdiğini ve ölüm kültürü egemen olduğu sürece siyasi araçların bunu çözmek için yetersiz olduğunu fark ettiklerinde bunu deneyimlediler.
Georg Lukacs, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, "Aklımızı Yok Edelim" diye yazmıştı. Yapay derilerimiz ve dogmatik katılıklarımızdan sıyrılıp, Dada ve Sürrealist sanatın alışılmadık hayatlarını yaşayalım. Freud, Wilhelm Reich ve Gustave Le Bon'un yaptığı gibi, insan ruhunun derinliklerini keşfedelim.
Bugün Suriye'de yaşananlar, bir ÖLÜM KÜLTÜRÜNÜN VARLIĞININ AÇIK BİR GÖSTERGESİDİR. Bu durum görmezden gelinemez veya inkâr edilemez. Ne kadar gelişmiş ve modern olursa olsun, siyasi analiz araçlarımız bunu açıklamak ve çözüm bulmak için yetersizdir.
Guta ve Halep çocuklarının keyfi ölümlere maruz bırakıldığı günlerden, aynı sahnelerin tekrarlandığı günleri görüyoruz. Yakın tarihimizdeki trajedi zamanını; vicdan, tanıklık ve yaşadığımız hakikatin sahnesindeki varlığımız izledi.
Bugün vicdanımız, saflığına saplanan bıçak darbeleriyle; azaplar, ardı ardına gelen şoklarla sarsılıyor ve karşılaştırmalar dengemizi bozuyor.
Keşke ölçülü konuşma, şiir ve edebiyat, bir sürü teorik hipotez ve retorik selinin uygulayıcıları, yıkıntılarında bir an dursalardı.
Ya hayalleri evrenin tellerinde çalsa, yeryüzünün nehirlerinden bir ırmak gibi akıp, vahşi bahar çiçeklerini doğursa! Onlar çocuktu, gençti ve koca bir nesildi ama yok olup gitti...
Keşke bu, gecenin karanlığıyla sona eren bir kâbûs olsaydı. Karanlığı bir gerçeklikti; bir geleceğin yok oluşuna tanıklık eden bir millet ve bir çağın, bir mermi ayaklarını kopardığında sürekli "Lütfen Gözlerim!" ve "Ah, Baba, Beni Al!" diye tekrarlayan bir çocuğun, kimyevî şoktan ayakta ölen bir başkasının gerçekliği ve şimdiki zamanıydı. Bir oyun ya da bir şaka değil, onlar YASAK BİR ÖLÜMÜN KURBANLARIYDI ve evrene doğru ilerleyen bir yıldız treniydiler.
Genç varoluşları, küçük hayalleri için bir yer arıyordu. Oynayıp eğlenen, ders çalışan, yaramazlık yapan, birbirleriyle konuşan, gülen ve eğlenen çocuklar için, kahkahaları göklere ulaşsın ve gülümsesin diye.. Sonra aniden, savaş makinesi ve ölüm kültürü onları yerlerinden söküp alacaktı.
BM raporlarına göre on binlerce çocuk gözaltına alındı veya öldürüldü. Bir milyon Suriyeli çocuk yetim kaldı, bir o kadarı da engelli, iki buçuk milyon çocuk eğitimsiz..
Yürekler böyle konuştu, felaket zamanını böyle yaşandı. Ve bugün aynı sahne tekrarlanıyor, sanki yıllar önce Guta'da, Deraya'da, Halep'te, Der’a ve Deyr ez-Zor'da yaşanmış gibi ve bugün de aynı sahne tekrarlanıyor. Sanki 8 Aralık 2024 hiçbir iz bırakmamış gibi! Ölüm harsının kirletilmesi, hayat ekininin ölümünün anlamlı bir ilanı gibi görünüyor. Bu sonuç ne kadar da korkunç!
Güç, iktidar ve nüfuz için yarışan projelerin siyasi neden ve çatışmalarını araştırmak, gerçekten de olayın gerisinde kalmış! Sebebi ise; çok basit ve yalnızca politik olarak değil, aynı zamanda varoluşsal ve hayati olarak da kontrol, tahakküm ve başkalarını yerinden etme yönündeki dizginsiz arzuların psikolojik analiziyle ilgili..
Evet, yalnızca siyasetle ele alınamayacak bir ölüm kültürü var. Nitekim siyaset, bu kültürün en önemli itici güçlerinden biri. Suriyelilerin yıllardır maruz kaldığı psikolojik baskının boyutu -öldürme, yıkım, yerinden etme ve insani değerlerin tarifsiz çöküşü de dâhil- ne yazık ki, bu ölüm kültürünün tüm boyutlarıyla büyümesinin temel nedeni oldu.
En belirgin özellikleri; nefret, dizginlenemez intikam arzuları, psikolojik kinci tavırlar ve İslam öncesi cinayet dilinin, kabile savaşlarının analizidir. Bu, toplumun alarm zili olarak çalınması gereken bir şeydir.
Zira Ölümün Sesi, "Ölüm Kültürünün Genişlemesiyle Birlikte Yayılır."