Türkiye’de Yukarı Fırat Cezîresi’ndeki Arap Kabîleleri (7)

Hüseyin Bekir Alî

Çeviri: Yusuf Metin YARDIMCI

             İkinci konu – FIRAT CEZÎRESİ’NDEKİ ARAP VARLIĞI:           

             Fırat Cezîresi; ister Hadar (sabit meskeni olanların oturdukları memleket, Mukîm olmak) halkından “أهل الحضر   “, isterse Meder (köy) “أهلا لمدر   ” halkından olsun, Arap kabilelerinin yaşadığı en eski bölgelerden biridir.           

          Eğer orada uygun olan ortamı bulurlarsa; -Şeyhleri ve aşîretlerinin Emîrleri hariç- onların bağımsızlıklarına kimse müdahale etmeden, hayvanlarını otlatarak sade yaşayışlarını sulh içinde geçirirlerdi.

            İçinde onlarca yüzyılın geçmesiyle etkileri hâlâ görülebilen eski bir medeniyet kurmuşlar ayrıca bu bölgenin hayatında net etkilerini ve ayırt edici Arap karakterlerini bırakmayı bilen, saf Arap edebiyat ürünlerine sahip kişiliklerdi. Ve en göze çarpan önemli şey; Fırat Cezîresi’nde doğan Muallakâti Seb’a sahiplerinden biri olan şâir Amr ibn Kelsûm’un şiirleriydi.

            Eski Arap dünyasının bayrak ve özelliklerinin isimleri, Süryâni kaynaklarında; Arabêyâ (Arapça) veya Bîs Arabêya (Beth Arabia=بيث عربايا ) olarak gösterilir. Arapların eski zamanlardan beri yaşadıkları üç yerin adı ve Nusaybîn adı üzerindeki Farsça referanslar, “Arap ülkeleri” anlamına gelen “Arabistan” ismi, ayrıca tanınmış coğrafyacı Strabo (Ö.M.23)’nun {Strabon’un geçmişi tamamen eksiktir ve MS 23 veya 20 civarında öldüğüne inanılmaktadır. Y.M.Y.}, Kürt mıntıkasının güneyindeki Cezîre bölgelerine “Arap Beldeleri” adını vermesi buna işaret eder. el-Cezîre beldelerinin İslâm’ın başlangıcından bu yana Araplar arasında dolaşan isimleri ve kadîm Arap tarihçilerinin daha sonra kitaplarında belirttikleri gibi bölümleri;

             a)-Diyâr-ı Rebîa,           
             b)-Diyâr-ı Mudar           
             c)-Diyâr-ı Bekir’dir.
Bu isimler, ada sâkinlerinin kökenini gösterir ve Arapların eski zamanlardan beri nüfûsun çoğunluğunu oluşturduğuna da açık bir kanıttır.           
             Arap kabilelerinin Fırat Cezîresi’ne yerleşmesi İslâm’dan birkaç yüzyıl öncesine kadar uzanıyor. Asıl anavatanlarından Arap yarımadasına göç ettiklerinde oranın farklı bölgelerine yerleştiler. Cezîre topraklarına göç etmeleri sürekli ve farklı tarihsel aşamalarda idi. Geldikleri bu yerler, asıl vatanlarının doğal bir uzantısı ve kendileri için hayatî bir miktarı temsil ediyordu.           
             O tarihlerde Arap Yarımadası; “insanlarla dolu muazzam bir rezervuar” oluşturuyordu. İhtiyacından daha fazlasını eklemek için de acele etmeye gerek duyulmuyordu.           

            İnsan gruplarının bir bütün veya bireyler olarak hareketi Şarkta genel bir fenomendi. Bu sebeple Arap toplumunun Yarımadadaki faaliyeti, sadece bireylerin hareketi ile sınırlı değildi.

            Kabile göçleriyle insanlar Cezîre’nin içinde birbirleriyle karışıyordu. Bu göç daha ziyade ada eteklerinin ötesine geçti. Özellikle de kuzey eteklerine doğru kesintisiz genişleme oldu. Bu genişleme yer yer yavaş olabilir. Bazen hissedilmeyebilir, bazen de belirgin olur. Bu da çatışma ve düşmanlığı birlikte yükseltir.

            Lakin her hâlükarda; boyuna olan bu hicret azaldı ve duraklamaya girdi. Böylelikle Arap yarımadası MÖ: 4. bin yıldan beri, tüm Arap göç dalgaları ile eski Arap ulusları için esaslı ve birincil kaynaktı. Onlar Cezîre’ye yerleşen Ârâmî’lerden sonra Fırat Cezîresi’ni ve Suriye’nin bazı mıntıkalarını yurt edinenlerin sonuncusu oldular. Ve adada mühim bir BEŞERÎ AĞIRLIK oluşturdular.

            Göç ettikleri günden bu yana kültürel ve medenî etkilerini ada içinde ve tüm bölgede bıraktılar. Ninova’nın  düştüğü ve Asûr devletinin yıkıldığı (MÖ 612) yıl; Fırat Cezîresi’ne yapılan diğer büyük Arap göçlerinin başlangıcında, kuzeyde Nusaybîn ve Diyâr-ı Bekir‘e uzanan, Edessa (Urfa) ve Antakya Ovası‘nın ötesine geçen “Cezîre Bölgesi”nde büyük bir göç meydana geldi.

            “Mezopotamya”nın kuzey eyâletleri, Arabêyâ olarak bilinen Ninova’nın yıkılmasından bir asır sonra bazı Arap kabileleri, adada bağımsız emirlikler kurdu. Üç asır boyunca bir Arap hanedânı tarafından yönetilen kentsel emirliğin ilk hükümdârı Senatrûk adında bir Arap emîr idi. Bazı yazılı belgelerde (kitâbeler) babasının  Mansûr diye çağırdığı ve ünvânının Melike’l-Arap (Arapların Kralı)” olduğu bildirilir.

            et-Taberî‘ye isnat edilen habere göre, bu devletin yöneticileri Kudâa kabilelerinden bir tanesidir. [59]

            Yâkût el-Hamevî anlatıyor:

            “Kudâ’a oğulları ayrıldıklarında, bir kabîle Cezîre topraklarına girdi. Başlarında ed-Dayzan bin Cehleme adında müttefik bir kral vardı ve Hadra şehrine indiler.”

            Kentsel krallık, Sâsânî kralı I. Sâbûr‘un (MS 241-272) hükümdarlığına kadar devam etti. [60]

………………………….

[59] el-Ka’bî, Abde’l-Hakîm, el-Cezîretu’l-Furâtiyye ve Diyâruhâ’l Arabiyye, Dımaşk, Safahâtu’n Li’n Neşr, 1tab’, 1430/2009, sf. 49-50 [60] Yâkût el-Hamevî, Mu’ceme’l-Buldân, c2, sf.267