ÖLÜM VE HAYAT KÜLTÜRÜ
ÖLÜM KÜLTÜRÜ, toplumsal yaşantımızdaki bilimsel ve pratik olmayan her şeyin ve bunlara dair hastalıklı bakış açımızın tarihsel birikimidir. Bu kültürün özellikleri şunlardır:
Atalet, Fanatizm, İzolasyon, Nefret, Şüphe ve Başkalarına Güvensizlik.
İllüzyon ve kutsallık yaratmak; en bayağı ve en zararlı şeylerden biridir. Bunlar arasında; “Bireye Tapınma, Tiranlık Yapısına Körü Körüne İtaat Etme, Onu Yalan, Aldatma, Hile ve Korkuya Dayalı İçsel Çelişkilerin Kutsal Bir Aracı Olarak Savunma, Söz, Eylem ve Diğer Tüm Davranışlarda Çifte Standartlar” yer alır.
ÖLÜM KÜLTÜRÜ; “Metodoloji Eksikliği ve Bilimsel Olmayanlığa, Akıl ve Ahlak Nefretine, Özgürlüğe Karşı Savaşmaya, Onu En Tehlikeli Düşman ve Onun Hayatta Kalması İçin ‘ÇATIŞMA, ÇELİŞKİ, BÖLÜNME ve PARÇALANMA’ İlkesine İstinat Eden Hasta Hayat Mekanizmaları İçin En Büyük Tehdit Olarak Görmeye” dayanır. Bunların hepsi “Onun Hayatta Kalması İçin Tek Hayat İksiri ve Korkulu, Endişeli Ruhunun Deliliğe Varacak Kadar Emniyet Supabıdır." Bu, gerçekten de bir DELİLİK kültürüdür.
ÖLÜM KÜLTÜRÜ; kendisini kurmak ve ondan çıkar sağlayanların otoritesini diğer insanlara dayatmak için cehalet, belirsizlik ve ikiyüzlülüğe dayanır. Daha sonra, insani sosyal ilişkiler için makul standart ve kontrolleri kaybetme noktasına gelir. Ardından intihar ve tüm bileşenlerinin kapsamlı bir şekilde kendini yok etme durumuna girerek tam ölümüne ulaşır. Evvelki durumun unsurlarından oluşup biriken yeni mekanizma ve güçlerin yolunu açar.
ÖLÜM KÜLTÜRÜNÜN bir ÖMRÜ vardır ve dolayısıyla ölüme mahkûm bir durumdur. Zira sonsuz sorularla yüzleşip sosyal hayatın gereklerini yerine getiremez:
"Özgürlük, Adalet, Onur, Haklar ve Katılım" gibi.
Bu, başlı başına bir hastalıktır ve tedavisi ÖLÜM anlamına gelir. Ölüm kültürü için antibiyotiklerden kaçınılıp savuşturulamaz. Çünkü bu hayati, sosyal ve maddi bir ihtiyaçtır. Ölüm kültürü için antibiyotikler -hem hastalık hem de tedavi- bir aradadır ve tümü onu bir kez fakat sonsuza dek ortadan kaldıracaktır.
Her şeye rağmen birikime devam eden antibiyotik, herhangi bir alanda herhangi bir gelişmenin temeli olan bilim ve nesnel bilgi çarkını durduramamaktan kaynaklanır. Bilim ve sistematik bilgi; zihni genellikle biçimsel, diyalektik ve ilmî mantığa güvenmeye alıştırdığından, bu durum kaçınılmaz olarak bireysel ve kolektif zihnin toplumsal ve politik faaliyet alanlarındaki performansını farklı derecelerde etkiler.
Etki ve ağırlığını ona öyle bir şekilde hissettirir ki; ölüm kültürü ve onu savunan güçlerin zulmüne maruz kalan toplumun durgun, hasta hayatı için hakiki bir tehlike haline gelir.
Dolayısıyla bu; durdurulamayacak, sonsuza dek direnilemeyecek ve stratejik olarak engellenemeyecek bir süreçtir. SURİYE’de Esed Dönemi, On Yıllardır Belirleyici Özelliği Olan Tiranlığın Egemenliği ve Ölüm Kültürüyle Böyle Bir Duruma Örnek Teşkil Etmiştir.
Ve işte ölüm krizini, modern ve çağdaş tarihin en korkunç, kanlı ve trajik görüntüleriyle ifade ediyor. Kendini ve çevresindeki tüm insan ve toplumsal yaşamı bir kanser gibi neredeyse yiyip bitiren bir devlet! Ve işte karşınızda, bölgesel ve uluslararası çevrenin hayatı için güçlü bir tehdit.
Özellikle Esed döneminde; kültürel olarak başkalarından nefret edecek, onların kötü niyetli olduğunu varsayacak, yerleşik ve resmi olarak kabul görmüş normlardan farklı veya farklı olan her şeye karşı yıkıcı bir şüpheyle yaklaşacak şekilde yetiştirildik.
Gerçeğe ve doğruya yalnızca bizim sahip olduğumuza, farklı olanları infaz edip haritadan silme hakkına sahip olduğumuza inanarak yetiştirildik.
Uydurma, yalan, ikiyüzlülük ve tiranlığın kutsallaştırılmasıyla, tarih ve coğrafyanın gerçeklerinin çarpıtılmasıyla, kavramlarımızın çeşitli güç ve baskı yöntemleriyle sonraki nesillere dayatılmasıyla büyüdük.
Bize dayatılan kültürel otoriteye mutlak ve körü körüne bağlılıkla büyüdük. İtaat, boyun eğme, köleliğin yüceltilmesi, her şeyin kutsal ve yasak şeylere dönüştürülmesiyle büyüdük.
Zihinsel, psikolojik ve davranışsal olarak çarpık, ilahlaştırılmış bir yöneticinin evcilleştirilmiş sürüleri olarak yetiştirildik.
Ölüm kültürü, hayat kültürünün yerini aldı ve her şey; vahşi bir delilik, korku, ölüm ve çıldırmış, sapkın egemenin hizmetinde onur, özgürlük ve insanlıktan mahrumiyetle dolu bir yaşantıyı besledi.
Hırsız, Karşısındakini Kendi Bakış Açısından Görür:
Başkalarını bir hırsız ve bir soyguncu olarak görür ve onu ancak bu gözlüklerin ardından görebilir. Bu gözlükler, gerçek ve gerçekliği olduğu gibi değil, hasta ve sapkın benliğin aynasından görünen haliyle yansıtır. ÖLÜM KÜLTÜRÜ İŞTE BÖYLE İŞLER. Aldatıcı ve "mucizevi" gerçeklik algısını sürdürür. Bu algıyı çürüten veya çelişen her türlü algıyla mücadele eder.
Bu bakış açısı; ister yakın ister uzak olsun, etrafınızdaki her şeyi kapsıyorsa sorun daha da büyük hale gelir ve bu görüşe katılmayan herkes aynı kategoriye girer. Genellikle bu tür kültürel virüsleri taşıyan, her şeye hasta, önyargılı ve özünde öznel bakış açılarından bakan insan modelleriyle yaşarız. Varoluşlarıyla ve yanıltıcı, sapkın önyargılı mantıklarıyla uyuşmadığı sürece etraflarındaki her şeyden nefret ederler.
HAYAT KÜLTÜRÜ karşı konulamazdır, çünkü doğanın yasa ve normlarını temsil eder. Kendi gücü sayesinde, her türlü düşmanca "DURAĞAN" kültüre karşı zafer kazanacaktır.
Bu kültürün en güçlü silahı bilim, mantık ve her şeyin kaynağı olan hayat gücüdür. Bu güç, hayatta kalma ve sürekliliği savunma içgüdüsünü de içerir. Bu da yaşamanın; maddi, ahlaki ve toplumsal temel şart ve bileşenlerini savunmayı içerir.
İçinde Bulunduğumuz Çağda, Hayat Kültürü Ölüm Kültürüne Galip Geliyor. Bu durum, gezegenimizdeki ölüm kültürünün son kaleleri yıkılana kadar devam edecek. O noktada, şimdikinden farklı bir dünyaya tanık olacağız. Zulme, terörizme veya hiçbir tür köleliğe yer olmayan özgür bir gelecek dünyasına.
İSTİKBAL; Özgürlük, Adalet ve İnsan Onuru İlkelerine Dayalı Olarak İnşa Edilip, Yaratıcılık ve Kapsamlı İnsan İş Birliğiyle Müreffeh Olacak.