Dertli davası olan adam arıyorum!
Dertli davası olan adam arıyorum!
Yaşadığımız dünya bizi bitiriyor. Meselelerimiz, problemlerimiz, dert edindiklerimiz hep dünyevî. Sonucunda da sadece kendimizi düşünür hâle geldik.
Kendi dünyasının dışına çıkamadığı için de “egoizm” hâkim. Hem kendi hem sosyal hem de kamu hayatımızda. Dindar olarak bilinenler de uyuştu/uyuşturuldu. Dindarlığı da “Dini-dar” oldu. Bu durumda bizi “Kendine Müslüman” keyfiliğine düşürdü. Kötülüklerle, yanlışlıklarda uğraşmayan, dinimizin olmazsa olmaz en önemli emri “emri bil maruf nehyi anil münker” vazifesi, ihmal ettiğimiz amellerimizin belki de birincisi. Bu sebeple de en tehlikeli olan, kötülüğe alışmak ve kötülüğü normalleştirmek oldu.
Normalleştirilen kötülük süreç içinde kurumsallaşır, kitleselleşir, yasallaşır. Sonuç itibari ile eleştirilmez ve engellenemez bir boyut kazanır. Kötülüğün sıradanlığı, kötülükte sınır tanımazlığa doğru seyrediyor. Seyirci kalma psikolojisi kötülüğün ömrünü uzatıyor. Tabii iyilik yapma, salih amel işleme, kötülüklerle, yanlışlarla da mücadele edilmez hâle geliyor. Mücadele ve mücahede tarafımız da kayboluyor. Kötülüğün estirdiği rüzgâr, kötülüğün ne kadar bulaşıcı ve öldürücü olduğunu gözler önüne seriyor. Sonrasında kötülüğü herkes yapıyorsa sanki artık o kötülük olmaktan çıkıyor normalleşmeye/mübahlaşmaya başlıyor.
Doğal karşılıyor, kötülüğe göz yumanların zamanla nasıl köreldiklerine de şahit oluyoruz.
Aslında kötülüğün normalleşmesi, bizim anormalleşmemiz anlamına geliyor. Milletin, ümmetin derdiyle dertli insan arıyorum. Derdi ve davası olan adam.
Bu hususu da dertli dava adamlarımızdan Ramazan Kayan hocamızla bitireyim.
Kötülük her gün daha aktif. İyilik ise pasif. Kötülük küresel ölçekte örgütlü, organize ve dinamik. İyilik durağan, donuk ve dağınık. Neden?
Çünkü iyiliğin genetiği ile oynandı. Kötülük aramızda hümanizma maskesi ile dolaşıyor. Kötülük özgür, iyilik vicdanlarda tutsak. Küresel kötülüğün kuşatmasında yaşamak bir kader midir? Hayır. Kötülüğü kanıksamak ve kabullenmek en büyük kusurdur. Kötülüğe ve karanlığa bu kadar alışan bir ümmet hâlâ ümmet vasfını koruyor olabilir mi?
Esasta işin can alıcı sorusu şudur: Kötülük nasıl normalleşiyor?
1. Kötülük zemini oluşurken, kendine ortam hazırlarken seyirci kalıyoruz. Karışmamak; “kimsenin iyisine, kötüsüne karışma yeter ki sen iyi ol” mantığı.
Seyir kültüründen, sefer bilincine geçiş yapmıyoruz…
2. Kötülüğün ucu bize dokunamayınca izliyoruz. Bu sosyal/emperyal kötülüğün bir gün bizi de vuracağını unutuyoruz.
3. Kötülüğü bizden olanlar yapınca susuyoruz. Bizim gruptan, bizim aileden, bizim damardan geliyorsa mutlaka bir kılıf buluyoruz. Tevil ediyoruz. Yakınımızsa kesin bir açıklaması vardır, diye düşünüyoruz.
4. Kötülük işimize yarayınca; örtülü veya açıktan destek veriyoruz. Arka çıkıyoruz, nemalanmanın yollarını arıyoruz.
5. Kötülüğü itiraz eden olunca yalnız bırakıyoruz. Yapanı fevri davranmakla hatta şov yapmakla bile suçluyoruz.
6. Kötülüğün kendiliğinden yok olmasını, durumların düzelmesini istiyoruz.
7. Dahası kötülükle mücadele sorumluluğunu ya siyasi iktidara ihale ediyoruz ya da bir kurtarıcı gelmesini bekliyoruz.
Hülasa kötülüğe toleranslı bir toplum olduk. Zaten ciddi tehlikede burada başlıyor.
Kötülüğün kendiliğinden durmayacağını unuttuk. Kötülüğün doğurgan ve üretken olduğunu hesaba katmadık. Ne kadar acı! Kötülükle savaşmadan savaşı kaybetmiş gibiyiz. Temel sebep de emri bil marufun, nehyi anil münkerin yapılmayışı/yaptırılmayışı.
Ümmetin parçalanmışlığı, mazlum coğrafyaların perişanlığı, çokta bizi ilgilendirmiyor. Çünkü önceliklerimiz değişti. Dertlerimiz farklılaştı. Doğrularımızı ve duruşumuzu tartışmaya açınca, doğallığımız gitti, sanala alıştık. Kazandığımızı da daha fazla harcamaya alıştık. Yokluğu görmeden varlığa alıştık. Reklam ve rekabet kültürü bizleri de vurdu. Tüketim çılgınlığının nesneleri olmaya başladık. Ömür boyu taksitli ve kredili hayatların abonesi olduk. Ümmetin derdiyle dertli insanları arar hâle geldik/getirildik.
Sonuçta kötülüğe müdahale etmiyoruz. Gereği gibi muhalefette bulunmuyoruz. Boynumuzun borcu, imanımızın gereği olan mukavemeti göstermiyoruz.
Mutlak kötülüğün kuluçkası olan İsrail, yeryüzüne kin ve kötülük kusuyor. Kötülüğün döl yatağı olan ABD, sürekli kötülükleri, sömürgeciliği hayat tarzı haline getirmiş devletlerin lideri/önderliğini yapıyor İsrail ve diğer Batı devletleriyle beraber.
Bu durumda hâlâ kötülüğe “Dur” demeyecek miyiz? Münkerin üstüne yürümeyecek miyiz? Şerrin kökünü kurutmak için elimizden geleni yapmayacak mıyız? Fert, millet, ümmet ve devlet olarak…
Allah âkibetimizi hayreyleye…