DEDAŞ
Mehmet Beşir Ayanoğlu
Köşe Yazarı
Mehmet Beşir Ayanoğlu
 

BAB-I SUR’LU “MUHACİR HACER”

Geniş aile tipinin yaygın olduğu ve çekirdek aileye geçilmeyen güzel günlerdi. Kardeşleri ile mutlu ve huzurlu bir yaşamı vardı Hacer’in. Babası esnaflık yapıyordu annesi de ev hanımı idi. Hacer sekiz kişilik ailenin ikinci büyük ablalarındandı. Bab-ı Sur’da susuzluğun olduğu dönemler de okul dönüşü Ayn Cevze’ye iner doldurduğu iki bidon suyu bir çırpıda eve getirirdi. Okulda da başarılıydı ve notları onun üniversite okuyabileceğini gösteriyordu. Ailesinin kendisine güveni onun da ailesine güveni vardı. Babasının biricik kızıydı. Bab-ı Sur, Melik Mahmut Camii, Ayn Cevze ve Okulu onun hayatının temel taşlarıydı.  Hacer bir gün okul dönüşü yanıbaşında ki komşuları olan Behiye ile ve tanımadığı kadınların evlerine geldiklerini gördü. Gelir gelmez annesi ona hitaben; -Hacer binti seyin’ee finceneyin kahve (kızım bize iki fincan kahve yap) talimatı üzerine mutfağa geçtiği gibi kahveleri hazırladı ve tepsi ile gelen komşularına ve yanındaki misafirlere ikram etti.  Bu ara iri yarı olan ve konuşması kaba saba olan Behiye komşuları  -Kızımız Hacer bu, dünya tatlısı deyiverdi yanındaki kadınlara.  Gelen misafir kadınlarda alıcı gözüyle yukarıdan aşağıya kadar Hacer’i süzmüşlerdi. Bu durum Hacer’in hiç hoşuna gitmemişti. Kahveleri ikram eder etmez mutfağa koşmuştu. Diğer ablasına hitaben;  -Hey Beho eyş şiğle hevun  (Bu Behiye komşu ne diye gelmiş ) diye ablasına sordu. Ablası’da meseleyi bilmediğini söyledi.  Komşular kahvelerini bittirdikten sonra gitmişler ve akşam ezanı ile baba işten dönmüş, akşam yemeği sonrası anne babaya hitaben ; -il yovum cev talabbu hacer le ve-hit memur( bugün gelip Hacer’i bir memura istediler) beyanı üzerine baba; -Min’eyin-ve? eyin-yiştiğil il velet? ( Nerelidir, kimdir bu çocuk,nerede çalışıyor?) sorusu üzerine anne; -İl velet min Ankara’ve yiştiğil fil Nafia memur (çocuk Ankaralı olup Nafia’da-eski köy hizmetleri müdürlüğünde-memur çalışır) demesi üzerine baba;  -Allah yisey il-hayir tenişever (Allah hayırlısını etsin, istişare edeceğiz) deyip sözü bitirmişti.  Bu sözler üzerine Hacer beyninden vurulmuşa dönmüştü, hayalleri vardı okuyacaktı, babasına destek olacaktı. Ablası ve diğer kardeşleri ile durumu konuştu kardeşleri de üzülmüşlerdi. Tabi o dönemlerde devlet dairesinde kadrolu memur olup sigortası olması, aileler için birinci derecede önemliydi.  Baba bu durumu kendi kardeşleri yani Hacer’in amcaları ve dedeleri ile istişare etmiş, amca ve dedelerde Hacer’in fikri alınması çerçevesinde hareket etmelerini tavsiye etmişlerdi. Fakat komşu Behiye arabuluculuk yaptığı bu aile için gece gündüz Hacer’in anne ve babasını muhasara altına almış ve her gelişinde tekrarladığı sözlerinde; -İmmi fel devr;  il-memur kadro’ve,  il-memur Siğurta’ve,  il-memur kil şahır maaş’ve. Tâluu fi izveçne bıkkellin cikkelin( bu devirde memur demek maaş demek, memur demek sigorta demek, memur demek kadro demek işte bizim eşlerimiz bakkallık esnaflık yapıyor) tarzında ikna edici üslubu ile Hacer’in anne ve babasının istemeyerek de olsa bu evlilik teklifini kabul ettirmiş ve kız isteme nişan töreni yapılmıştı.  Süreç içerisinde Hacer on kilo zayıflamış, okuldan tasdiknamesini de almıştı. Anne ve babasına evlendirmemeleri yönünde kendilerine dil dökmüş yalvarmışsa da, aile söz verdiği için sözlerinden geri dönmemişlerdi.  Hacer, tanımadığı huyunu suyunu bilmediği adam ile nasıl evlenecekti, damat adayı yaşça da ondan büyüktü. Gelen misafirlere kahve faslını yaşadığı günden şu ana kadar sanki yaşan bir ölüydü. Büyük bir ağır travma yaşıyordu. Anlamlandıramıyordu bu durumu. Anne ve babasının çok acele karar verip onu evlendirmek istemelerine içine sindiremiyordu. Kahroluyordu, üzülüyordu.  Çok sevdiği Melik Mahmut Camiindeki Kuran okuma derslerine bile gittiğinde içinde binbir dert ve çile ile gidiyordu. Kuran kursu hocası İle dertleşip ağladığı çok günler olmuştu. Severek su doldurmaya gittiği Ayn-Cevze onun için artık bir işkence seansına dönmüştü. Onu gören yakınları bu haline inanamıyordu. Bu ara damat adayının da tayini Aydın’a çıkmış ve bu durum Hacer’in dünyasının yıkılmasına neden olmuştu. Hadi evleniyordu da bari Mardinde başka mahallede oturacaktı. Anne, babasını ve kardeşlerini görebilecekti fakat tayininin başka şehre  çıkışı onu büsbütün darmadağın etmişti. Ailesinden tamamen ayrılıyordu. Bilmediği, görmediği bir yere gidiyordu. Adetlerini, örfünü bilmediği yere gitmek onu büsbütün karamsarlığa itiyordu. Üstelik orada arkadaşları, akrabaları da yoktu.  Çok sevdiği Bab-ı Sur, Melik Mahmut Camii, Ayn Cevze ve okulunu bırakıp gidiyordu. O ana kadar yaşadığı  hayatını terk edip gidiyordu. Yeni bir hayata başlıyordu. Kardeşleri daha küçüktü onlarla doyasıya yaşamadan gidiyordu. Yaz tatillerinde sabahleyin Silo il-fırınci’dan aldıkları sıcak çakal ekmekle yaptıkları sabah kahvaltılarının keyfini doyasıya kardeşleri, anne ve babasıyla yaşamadan gidiyordu. Babasının yaz tatillerinde iyi karne aldığı için aldığı küçük altınları bir daha alamayacağının da burukluğunu hüznünü yaşıyordu.  Hacer her Beho komşusunu gördüğünde veya andığında ona içten içe kızıyor ve kahroluyordu.  Ve gelin alma günü gelmişti. Hacer’e gelinliğini giydirdikleri zaman sanki kefenini giydirmişlerdi. Sesiz ve solgundu. Anne ve babası pişmanlıklarını göz yaşı dökerek belli ediyorlardı. Küçük kardeşleri ona sarılıp sarılıp ağlıyorlardı. Hele dört yaşındaki küçük kardeşi  -verki teyvedavun abla teyizbehuvee (ablamı götürüp kesecekler) mırıldaması ile o da ağlıyordu. Gelin alma töreni sanki ölüm ve taziye törenine dönmüştü. Bu ara komşu Behiye gelmiş, güzelce giyinip ne kadar altını varsa da takmış ve iki de bir, -Killulululu kilululu şeklinde helhil yapıyordu (zılgıt çekiyordu). Evin içindeki hüzün havasını bu zılgıtlarla daha çok ağırlaştırıyordu. Komşu Behiye o gün büsbütün ailenin nefretini daha çok kazanmıştı. Hacer, anne ve babasının ellini öpüp çıkarken boynu bükük ve yalnız çıkıyordu. Doğup büyüdüğü toprakları bir ömür boyu terk ediyordu.  Komşu Behiye ve gelen kadınlar Hacer’i alıp gelin arabasına doğru götürüp bindirirken gelen erkeklerde Hacer’in küçük kardeşine bahşiş veriyorlardı.  Ve o gece Hacer’in anne, babası ve kardeşleri sabaha kadar uyumayıp Hacer’e ağlamışlardı. Komşuların kahir ekseriyeti de üzülmüştü. Bu duruma üzülen yan komşu Yahya amcada Kuranı Kerim’ini aldığı gibi Hacer’lerin evine gelmiş ve bir Yasin’i şerif okuyarak aileyi teselli etmeye çalışmıştı ve Yahya amca son duasını yaparken;  -Ya Rabbim bizim Hacer’imiz vardı, o artık “Muhacir Kızımız” oldu sen onu koru, sen onu muhafaza et, diyerek dua etmişti.  Ve o günden sonra Hacer’in adı mahallede hep “muhacir kız” olarak anılmaya, söylenmeye başlandı.  Hacer evliliğinden kısa bir süre sonra  ailesine ve Mardin’e olan sevdasından dolay ince bir hastalığa yakalanmıştı. Uzun bir tedavi süreci de yaşamıştı. Yıllar su gibi akıp gitmişti. Hacer’in çocukları olmuş ve onları büyütmüştü. Ailesinin önemli kısmı da Mardin’den ayrılmıştı. Vefat edenleri de vardı.  30 yıl aradan sonra ilk defa geldiği Mardin’e çok sevdiği Bab-ı Sur’a gelmişti.  Ayn Cevze, Melik Mahmut Camii eski Beytil Atik’leri olduğu gibi duruyordu. Ama eski mahalle arkadaşlarından hiç kimseyi görmemişti. Melik Mahmut Camiine gittiğinde eski kuran kursu öğretmenini görmeyi umarken karşısına hiç tanımadığı genç bir imam efendi çıkmış ve caminin tarihini anlatmaya başlamıştı. Bu onu şaşırtmıştı. Ayn Cevze’nin sularının boşa aktığını ve oradan tek tük insanların su aldığını görünce hayretini gizleyememiş ve sebebini sorduğunda Mardin’e yeni su hatlarının bağlandığını ve bir deli belediye başkanının da su ve kanalizasyon şebekelerini yenilediğinden dolayı herkesin evine yeterince su geldiğini ve susuzluk probleminin sona erdiğini öğrendi.  Eski komşularını aradı. Evlendiği günün akşamında babasının evinde Kuran okuyup adını muhacir kız koyan Yahya amca vefat etmişti. Onun evliliğine sebep olan Behiye teyzenin Mardin’den göç ettiğini ama nerde nasıl olduğunu öğrenememişti. Yanında bulunan çocuklarına okuduğu Mardin  Lisesini son kez gösterdikten sonra doğup büyüdüğü, ekmeğini yediği şehirde kendisini yabancı hissetmişti. Devir değişmişti, insanlar değişmişti. Ne Bab-ı Sur eski Bab-ı Sur, ne de bırakıp gittiği insanlar eski insanlardı. Hımem Bab-ı Sur’dan (savurkapı hamamından) aşağı inerken çoğu beytil atik’lerin (eski evlerin) boş olduğunu da görmüştü. Bu durum onun 30 yıl önce çıkıp gittiği Mardin’den yaşadığı acının ikinci defa yaşamasına neden olmuştu. Mardin’in boşaldığını görünce daha çok kederlenmişti, üzülmüştü.  Geldiği günün ertesinde Mardin’den ayrılırken gözlerinden süzülen yaşları silerken Hacer’in nasıl muhacir kız olduğunu düşünürken aslında bütün bir Mardin’in muhacir olduğunu ve şehri bırakıp gittiklerini acı bir şekilde  anlamıştı, öğrenmişti.   
Ekleme Tarihi: 14 Temmuz 2022 - Perşembe

BAB-I SUR’LU “MUHACİR HACER”

Geniş aile tipinin yaygın olduğu ve çekirdek aileye geçilmeyen güzel günlerdi. Kardeşleri ile mutlu ve huzurlu bir yaşamı vardı Hacer’in. Babası esnaflık yapıyordu annesi de ev hanımı idi. Hacer sekiz kişilik ailenin ikinci büyük ablalarındandı. Bab-ı Sur’da susuzluğun olduğu dönemler de okul dönüşü Ayn Cevze’ye iner doldurduğu iki bidon suyu bir çırpıda eve getirirdi. Okulda da başarılıydı ve notları onun üniversite okuyabileceğini gösteriyordu. Ailesinin kendisine güveni onun da ailesine güveni vardı. Babasının biricik kızıydı. Bab-ı Sur, Melik Mahmut Camii, Ayn Cevze ve Okulu onun hayatının temel taşlarıydı. 

Hacer bir gün okul dönüşü yanıbaşında ki komşuları olan Behiye ile ve tanımadığı kadınların evlerine geldiklerini gördü. Gelir gelmez annesi ona hitaben;
-Hacer binti seyin’ee finceneyin kahve (kızım bize iki fincan kahve yap) talimatı üzerine mutfağa geçtiği gibi kahveleri hazırladı ve tepsi ile gelen komşularına ve yanındaki misafirlere ikram etti. 
Bu ara iri yarı olan ve konuşması kaba saba olan Behiye komşuları 
-Kızımız Hacer bu, dünya tatlısı deyiverdi yanındaki kadınlara. 
Gelen misafir kadınlarda alıcı gözüyle yukarıdan aşağıya kadar Hacer’i süzmüşlerdi. Bu durum Hacer’in hiç hoşuna gitmemişti. Kahveleri ikram eder etmez mutfağa koşmuştu. Diğer ablasına hitaben; 
-Hey Beho eyş şiğle hevun  (Bu Behiye komşu ne diye gelmiş ) diye ablasına sordu. Ablası’da meseleyi bilmediğini söyledi. 
Komşular kahvelerini bittirdikten sonra gitmişler ve akşam ezanı ile baba işten dönmüş, akşam yemeği sonrası anne babaya hitaben ;
-il yovum cev talabbu hacer le ve-hit memur( bugün gelip Hacer’i bir memura istediler) beyanı üzerine baba;
-Min’eyin-ve? eyin-yiştiğil il velet? ( Nerelidir, kimdir bu çocuk,nerede çalışıyor?) sorusu üzerine anne;
-İl velet min Ankara’ve yiştiğil fil Nafia memur (çocuk Ankaralı olup Nafia’da-eski köy hizmetleri müdürlüğünde-memur çalışır) demesi üzerine baba; 
-Allah yisey il-hayir tenişever (Allah hayırlısını etsin, istişare edeceğiz) deyip sözü bitirmişti. 
Bu sözler üzerine Hacer beyninden vurulmuşa dönmüştü, hayalleri vardı okuyacaktı, babasına destek olacaktı. Ablası ve diğer kardeşleri ile durumu konuştu kardeşleri de üzülmüşlerdi. Tabi o dönemlerde devlet dairesinde kadrolu memur olup sigortası olması, aileler için birinci derecede önemliydi. 
Baba bu durumu kendi kardeşleri yani Hacer’in amcaları ve dedeleri ile istişare etmiş, amca ve dedelerde Hacer’in fikri alınması çerçevesinde hareket etmelerini tavsiye etmişlerdi. Fakat komşu Behiye arabuluculuk yaptığı bu aile için gece gündüz Hacer’in anne ve babasını muhasara altına almış ve her gelişinde tekrarladığı sözlerinde;
-İmmi fel devr; 
il-memur kadro’ve, 
il-memur Siğurta’ve, 
il-memur kil şahır maaş’ve. Tâluu fi izveçne bıkkellin cikkelin( bu devirde memur demek maaş demek, memur demek sigorta demek, memur demek kadro demek işte bizim eşlerimiz bakkallık esnaflık yapıyor) tarzında ikna edici üslubu ile Hacer’in anne ve babasının istemeyerek de olsa bu evlilik teklifini kabul ettirmiş ve kız isteme nişan töreni yapılmıştı. 
Süreç içerisinde Hacer on kilo zayıflamış, okuldan tasdiknamesini de almıştı. Anne ve babasına evlendirmemeleri yönünde kendilerine dil dökmüş yalvarmışsa da, aile söz verdiği için sözlerinden geri dönmemişlerdi. 
Hacer, tanımadığı huyunu suyunu bilmediği adam ile nasıl evlenecekti, damat adayı yaşça da ondan büyüktü. Gelen misafirlere kahve faslını yaşadığı günden şu ana kadar sanki yaşan bir ölüydü. Büyük bir ağır travma yaşıyordu. Anlamlandıramıyordu bu durumu. Anne ve babasının çok acele karar verip onu evlendirmek istemelerine içine sindiremiyordu. Kahroluyordu, üzülüyordu. 
Çok sevdiği Melik Mahmut Camiindeki Kuran okuma derslerine bile gittiğinde içinde binbir dert ve çile ile gidiyordu. Kuran kursu hocası İle dertleşip ağladığı çok günler olmuştu. Severek su doldurmaya gittiği Ayn-Cevze onun için artık bir işkence seansına dönmüştü. Onu gören yakınları bu haline inanamıyordu. Bu ara damat adayının da tayini Aydın’a çıkmış ve bu durum Hacer’in dünyasının yıkılmasına neden olmuştu. Hadi evleniyordu da bari Mardinde başka mahallede oturacaktı. Anne, babasını ve kardeşlerini görebilecekti fakat tayininin başka şehre  çıkışı onu büsbütün darmadağın etmişti. Ailesinden tamamen ayrılıyordu. Bilmediği, görmediği bir yere gidiyordu. Adetlerini, örfünü bilmediği yere gitmek onu büsbütün karamsarlığa itiyordu. Üstelik orada arkadaşları, akrabaları da yoktu. 
Çok sevdiği Bab-ı Sur, Melik Mahmut Camii, Ayn Cevze ve okulunu bırakıp gidiyordu. O ana kadar yaşadığı  hayatını terk edip gidiyordu. Yeni bir hayata başlıyordu. Kardeşleri daha küçüktü onlarla doyasıya yaşamadan gidiyordu. Yaz tatillerinde sabahleyin Silo il-fırınci’dan aldıkları sıcak çakal ekmekle yaptıkları sabah kahvaltılarının keyfini doyasıya kardeşleri, anne ve babasıyla yaşamadan gidiyordu. Babasının yaz tatillerinde iyi karne aldığı için aldığı küçük altınları bir daha alamayacağının da burukluğunu hüznünü yaşıyordu. 
Hacer her Beho komşusunu gördüğünde veya andığında ona içten içe kızıyor ve kahroluyordu. 

Ve gelin alma günü gelmişti. Hacer’e gelinliğini giydirdikleri zaman sanki kefenini giydirmişlerdi. Sesiz ve solgundu. Anne ve babası pişmanlıklarını göz yaşı dökerek belli ediyorlardı. Küçük kardeşleri ona sarılıp sarılıp ağlıyorlardı. Hele dört yaşındaki küçük kardeşi 
-verki teyvedavun abla teyizbehuvee (ablamı götürüp kesecekler) mırıldaması ile o da ağlıyordu. Gelin alma töreni sanki ölüm ve taziye törenine dönmüştü. Bu ara komşu Behiye gelmiş, güzelce giyinip ne kadar altını varsa da takmış ve iki de bir,
-Killulululu kilululu şeklinde helhil yapıyordu (zılgıt çekiyordu). Evin içindeki hüzün havasını bu zılgıtlarla daha çok ağırlaştırıyordu. Komşu Behiye o gün büsbütün ailenin nefretini daha çok kazanmıştı.
Hacer, anne ve babasının ellini öpüp çıkarken boynu bükük ve yalnız çıkıyordu. Doğup büyüdüğü toprakları bir ömür boyu terk ediyordu. 
Komşu Behiye ve gelen kadınlar Hacer’i alıp gelin arabasına doğru götürüp bindirirken gelen erkeklerde Hacer’in küçük kardeşine bahşiş veriyorlardı. 
Ve o gece Hacer’in anne, babası ve kardeşleri sabaha kadar uyumayıp Hacer’e ağlamışlardı. Komşuların kahir ekseriyeti de üzülmüştü. Bu duruma üzülen yan komşu Yahya amcada Kuranı Kerim’ini aldığı gibi Hacer’lerin evine gelmiş ve bir Yasin’i şerif okuyarak aileyi teselli etmeye çalışmıştı ve Yahya amca son duasını yaparken; 
-Ya Rabbim bizim Hacer’imiz vardı, o artık “Muhacir Kızımız” oldu sen onu koru, sen onu muhafaza et, diyerek dua etmişti. 
Ve o günden sonra Hacer’in adı mahallede hep “muhacir kız” olarak anılmaya, söylenmeye başlandı. 
Hacer evliliğinden kısa bir süre sonra  ailesine ve Mardin’e olan sevdasından dolay ince bir hastalığa yakalanmıştı. Uzun bir tedavi süreci de yaşamıştı. Yıllar su gibi akıp gitmişti. Hacer’in çocukları olmuş ve onları büyütmüştü. Ailesinin önemli kısmı da Mardin’den ayrılmıştı. Vefat edenleri de vardı. 
30 yıl aradan sonra ilk defa geldiği Mardin’e çok sevdiği Bab-ı Sur’a gelmişti. 
Ayn Cevze, Melik Mahmut Camii eski Beytil Atik’leri olduğu gibi duruyordu. Ama eski mahalle arkadaşlarından hiç kimseyi görmemişti. Melik Mahmut Camiine gittiğinde eski kuran kursu öğretmenini görmeyi umarken karşısına hiç tanımadığı genç bir imam efendi çıkmış ve caminin tarihini anlatmaya başlamıştı. Bu onu şaşırtmıştı. Ayn Cevze’nin sularının boşa aktığını ve oradan tek tük insanların su aldığını görünce hayretini gizleyememiş ve sebebini sorduğunda Mardin’e yeni su hatlarının bağlandığını ve bir deli belediye başkanının da su ve kanalizasyon şebekelerini yenilediğinden dolayı herkesin evine yeterince su geldiğini ve susuzluk probleminin sona erdiğini öğrendi. 
Eski komşularını aradı. Evlendiği günün akşamında babasının evinde Kuran okuyup adını muhacir kız koyan Yahya amca vefat etmişti. Onun evliliğine sebep olan Behiye teyzenin Mardin’den göç ettiğini ama nerde nasıl olduğunu öğrenememişti. Yanında bulunan çocuklarına okuduğu Mardin 
Lisesini son kez gösterdikten sonra doğup büyüdüğü, ekmeğini yediği şehirde kendisini yabancı hissetmişti. Devir değişmişti, insanlar değişmişti. Ne Bab-ı Sur eski Bab-ı Sur, ne de bırakıp gittiği insanlar eski insanlardı. Hımem Bab-ı Sur’dan (savurkapı hamamından) aşağı inerken çoğu beytil atik’lerin (eski evlerin) boş olduğunu da görmüştü. Bu durum onun 30 yıl önce çıkıp gittiği Mardin’den yaşadığı acının ikinci defa yaşamasına neden olmuştu. Mardin’in boşaldığını görünce daha çok kederlenmişti, üzülmüştü. 
Geldiği günün ertesinde Mardin’den ayrılırken gözlerinden süzülen yaşları silerken Hacer’in nasıl muhacir kız olduğunu düşünürken aslında bütün bir Mardin’in muhacir olduğunu ve şehri bırakıp gittiklerini acı bir şekilde  anlamıştı, öğrenmişti. 

 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.