DEDAŞ
Mehmet Beşir Ayanoğlu
Köşe Yazarı
Mehmet Beşir Ayanoğlu
 

“BİRLİKTE AMA FARKLI”

Aslında bir arada yaşamanın sorunu, salt Türkiye’nin değil bütün bir dünyanın sorunu; çünkü hemen her yerde ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi vb. sorunlar, insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Dolayısıyla hemen herkes, barış ve istikrar içinde birlikte yaşayabilmenin çaresini arıyor. Farklı gruplar birbirlerine güven duymuyorlar. Güvensizlik, gerginliklere sebebiyet veriyor; gerginlikler ise zaten var olan güvensizliği katmerli hale getiriyor. Bir sarmala dönüşen bu durumdan, kaçınılmaz olarak, bir kutuplaşma çıkıyor. Kutuplara çekilme ise, bir arada yaşamayı kırılgan kılıyor. “Hem farklıyız hem aynıyız” Yaşadığımız toplumda insanımız; toplumun kültürel, ekonomik, sınıfsal, dini, mezhebi ve etnik farklılıklardan müteşekkil olduğunu kabul ediyor.  Toplumumuz farklı gruplardan oluşuyor ama bireylerin kendi kimliklerine sahip çıkma iradeleri, grupların kendi içinde çeşitlenmelerini de beraberinde getiriyor. Hiçbir grup homojenlik arz etmiyor. Her bir bireyin farklı özellikleri barındıran bir “kesişim alanı” oluşuyor. Birey tek bir kimliğin içine hapsedilemiyor; kimi evrensel referanslarla geleneksel kimliğini aşmaya, kimi de eğitime, başarıya ve birlikte yaşamaya dair tarihi anlatılara/öykülere başvurarak daha geniş bir ilişki ağı kurmaya çalışıyor. Böylece grup içi ve gruplar arası geçişkenlik fazlalaşıyor ve bu sayede bireyler “tekil” bir kimlik inşa ediyor. Özet olarak gerek grup ve gerek insan olarak ayrı bir kimliğin sahibi olunduğu bilinci yüksek; bununla birlikte bireyler toplumu bir bütün olarak da görüyorlar. “Farklıyız ama aynıyız” anlayışı hakim.  Toplumumuz, sosyal sermayesi zengin bir toplum; insanlar birbirleriyle barış içerisinde yaşıyorlar. Ancak bazı kendi dışlarındaki faktörlerden dolayı bazen güven duymakta zorlanıyorlar. Temeldeki bu güvensizlik sorunu; Tv, medya, STK vs aktörleri tarafından tahrik ediliyor. Her bir kesimin yaşadığı travmaların bir neticesi olan karşılıklı güvensizlikler, sürekli olarak yeniden üretiliyor ve gündelik hayat mücadelesine malzeme ediliyor. “Geçmiş travmalarımız” Toplum hafızası travmalarla yüklü; insanlar farklı nedenlerden ötürü kendilerini yaralayan olayları hatırlıyorlar; konuşmasalar ya da konuşmayı istemeseler bile travmalar bir şekilde onların dünyasına etkiliyor. Travmalar; yakın ve uzak tarihte meydana gelenler, etnik veya mezhebi kimlikten kaynaklananlar, kişisel ve sosyal temelli olanlar gibi farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Fakat sebebi ne olursa olsun travmalar, insanların duygusal sermayelerini tahrip ediyor, onların başkalarıyla ilişki kurmalarını güçleştiriyor. Yani toplumun büyük bir çoğunluğu hem dünden kalan yaralarımızın olduğunu hem de bu yaraların günümüz de tartışılmasını istemiyor. Toplum, geçmişin defterini açmak da istemiyor. “Sınıfsal farklılık değil; ekonomik farklılık” Toplumumuzla ilgili; hep sınıfsallık, farklılık ve eşitlik talebi  üzerinden yorumlar yapılmaktadır.  Halbuki mesele “gelir dağılımı” ve “gelir düzeyi” üzerinden kendini gösteren ve toplumdaki ekonomik hiyerarşiye işaret eden, “ekonomik farklılıktır.”  “Sınıfsal farklılık” kavramı 1950’lerde kalan bir kavram. Peki, tüm bu farklılıklara rağmen birlikte yaşayabilir miyiz?  Evet, yaşayabiliriz, adaleti sağlayarak. Adalet, değer yüklü bir kavram; hem farklılıkların tanınmasını hem eşitliği hem de ayrımcılıkların ortadan kaldırılmasını ifade ediyor.  -Gelir adaletsizliği giderilmesi,  -Cinsel eşitlik-kadın erkek eşitliği,  -Mezhebi eşitlik (yönetimin bütün inançlara eşit yakınlık ve uzaklıkta olması),  -Etnik eşitlik (Türk, Kürt, Arap, Abaza vs herkesin hizmet alımında ve hizmet sunumunda eşit yararlandığı) bir anlayışın insanımızı daha çok mutlu edeceği açıktır. “Bir arada yaşamanın farklı sesleri” Yaşadığımız topraklar farklı dil, din ve etnisiteden müteşekkil. Birbirleriyle konuşma ve ortaklaşma potansiyeli yüksek olan bir toplumuz. İnsanımız farklıklarını koruyarak birlikte yaşama isteği var. Birbirlerinden farklı şeyler anlatsalar da ya da her zaman aynı şeyleri anlatmasalar da, kendilerini eleştiren bazıları olsa da hatta başkalarını anlayan ama kendisinin anlaşılamadığını düşünse de,  her zaman aynı çözümü dile getirmese de en nihayetinde bir arada yaşamın farklı seslerini sergiliyor. Bu sebeple bu farklılıkları kendi içinde huzur ve barış içinde yaşatmanın yollunu kendi içimizde keşfettiğimizi ifade etmek gerek. “Birlikte ama farklı” anlayışının hakim olduğu bir tarz. Herkes kendi özgün kimliğiyle ve karşıdakine saygı göstererek ve saygı duyarak ama kendini yaşayarak hayatı devam ettirmektedir.
Ekleme Tarihi: 21 Nisan 2022 - Perşembe

“BİRLİKTE AMA FARKLI”

Aslında bir arada yaşamanın sorunu, salt Türkiye’nin değil bütün bir dünyanın sorunu; çünkü hemen her yerde ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi vb. sorunlar, insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Dolayısıyla hemen herkes, barış ve istikrar içinde birlikte yaşayabilmenin çaresini arıyor. Farklı gruplar birbirlerine güven duymuyorlar. Güvensizlik, gerginliklere sebebiyet veriyor; gerginlikler ise zaten var olan güvensizliği katmerli hale getiriyor. Bir sarmala dönüşen bu durumdan, kaçınılmaz olarak, bir kutuplaşma çıkıyor. Kutuplara çekilme ise, bir arada yaşamayı kırılgan kılıyor.

“Hem farklıyız hem aynıyız”
Yaşadığımız toplumda insanımız; toplumun kültürel, ekonomik, sınıfsal, dini, mezhebi ve etnik farklılıklardan müteşekkil olduğunu kabul ediyor. 
Toplumumuz farklı gruplardan oluşuyor ama bireylerin kendi kimliklerine sahip çıkma iradeleri, grupların kendi içinde çeşitlenmelerini de beraberinde getiriyor. Hiçbir grup homojenlik arz etmiyor. Her bir bireyin farklı özellikleri barındıran bir “kesişim alanı” oluşuyor. Birey tek bir kimliğin içine hapsedilemiyor; kimi evrensel referanslarla geleneksel kimliğini aşmaya, kimi de eğitime, başarıya ve birlikte yaşamaya dair tarihi anlatılara/öykülere başvurarak daha geniş bir ilişki ağı kurmaya çalışıyor. Böylece grup içi ve gruplar arası geçişkenlik fazlalaşıyor ve bu sayede bireyler “tekil” bir kimlik inşa ediyor.
Özet olarak gerek grup ve gerek insan olarak ayrı bir kimliğin sahibi olunduğu bilinci yüksek; bununla birlikte bireyler toplumu bir bütün olarak da görüyorlar. “Farklıyız ama aynıyız” anlayışı hakim. 

Toplumumuz, sosyal sermayesi zengin bir toplum; insanlar birbirleriyle barış içerisinde yaşıyorlar. Ancak bazı kendi dışlarındaki faktörlerden dolayı bazen güven duymakta zorlanıyorlar. Temeldeki bu güvensizlik sorunu; Tv, medya, STK vs aktörleri tarafından tahrik ediliyor. Her bir kesimin yaşadığı travmaların bir neticesi olan karşılıklı güvensizlikler, sürekli olarak yeniden üretiliyor ve gündelik hayat mücadelesine malzeme ediliyor.

“Geçmiş travmalarımız”
Toplum hafızası travmalarla yüklü; insanlar farklı nedenlerden ötürü kendilerini yaralayan olayları hatırlıyorlar; konuşmasalar ya da konuşmayı istemeseler bile travmalar bir şekilde onların dünyasına etkiliyor. Travmalar; yakın ve uzak tarihte meydana gelenler, etnik veya mezhebi kimlikten kaynaklananlar, kişisel ve sosyal temelli olanlar gibi farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Fakat sebebi ne olursa olsun travmalar, insanların duygusal sermayelerini tahrip ediyor, onların başkalarıyla ilişki kurmalarını güçleştiriyor.
Yani toplumun büyük bir çoğunluğu hem dünden kalan yaralarımızın olduğunu hem de bu yaraların günümüz de tartışılmasını istemiyor. Toplum, geçmişin defterini açmak da istemiyor.

“Sınıfsal farklılık değil; ekonomik farklılık”
Toplumumuzla ilgili; hep sınıfsallık, farklılık ve eşitlik talebi  üzerinden yorumlar yapılmaktadır. 
Halbuki mesele “gelir dağılımı” ve “gelir düzeyi” üzerinden kendini gösteren ve toplumdaki ekonomik hiyerarşiye işaret eden, “ekonomik farklılıktır.” 
“Sınıfsal farklılık” kavramı 1950’lerde kalan bir kavram.

Peki, tüm bu farklılıklara rağmen birlikte yaşayabilir miyiz? 
Evet, yaşayabiliriz, adaleti sağlayarak. Adalet, değer yüklü bir kavram; hem farklılıkların tanınmasını hem eşitliği hem de ayrımcılıkların ortadan kaldırılmasını ifade ediyor. 
-Gelir adaletsizliği giderilmesi, 
-Cinsel eşitlik-kadın erkek eşitliği, 
-Mezhebi eşitlik (yönetimin bütün inançlara eşit yakınlık ve uzaklıkta olması), 
-Etnik eşitlik (Türk, Kürt, Arap, Abaza vs herkesin hizmet alımında ve hizmet sunumunda eşit yararlandığı) bir anlayışın insanımızı daha çok mutlu edeceği açıktır.

“Bir arada yaşamanın farklı sesleri”
Yaşadığımız topraklar farklı dil, din ve etnisiteden müteşekkil. Birbirleriyle konuşma ve ortaklaşma potansiyeli yüksek olan bir toplumuz. İnsanımız farklıklarını koruyarak birlikte yaşama isteği var. Birbirlerinden farklı şeyler anlatsalar da ya da her zaman aynı şeyleri anlatmasalar da, kendilerini eleştiren bazıları olsa da hatta başkalarını anlayan ama kendisinin anlaşılamadığını düşünse de, 
her zaman aynı çözümü dile getirmese de en nihayetinde bir arada yaşamın farklı seslerini sergiliyor. Bu sebeple bu farklılıkları kendi içinde huzur ve barış içinde yaşatmanın yollunu kendi içimizde keşfettiğimizi ifade etmek gerek. “Birlikte ama farklı” anlayışının hakim olduğu bir tarz. Herkes kendi özgün kimliğiyle ve karşıdakine saygı göstererek ve saygı duyarak ama kendini yaşayarak hayatı devam ettirmektedir.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.