DEDAŞ
Mehmet Beşir Ayanoğlu
Köşe Yazarı
Mehmet Beşir Ayanoğlu
 

MARDİN BAB-I SUR’DA “HÜZÜNLÜ SEVDA”

  ( Ahmet, naif bir insandı)   Ergenliğinden beri ailesi ile düzeyli ve saygıya dayalı bir diyalogu vardı. Genç yaşta atıldığı tamircilik mesleğine işini hakkıyla yerine getirmeye çalışıyordu. Çocukluk döneminde annesinden aldığı sıkı disiplin ile iyiyi-kötüyü, çirkini-güzeli ayırt edebilecek konuma gelmişti. Mahallede ki gençlerden farklıydı. Vakur, efendi ve mütevazi kişiliği ile herkesin gönlünü kazanmıştı. Mahallenin ara sokaklarında yürüdüğü zaman herkes onun iyi niyetinden ve temiz gönlünden şüphesi olmazdı. Kimseye kem gözlerle bakmaz, mahallesinde yaşayan herkesi kardeşi gibi görürdü.  Her sabah işine gitmek için erkenden annesi onu uyandırır ve Mardin’in  abbaralarından başladığı yürüyüşünde, sok-ıl ikbir ile devam eder ve Bab-il mişkiye’ye kadar yürüyerek gelir ve işine başlardı. İşinde çıraklık aşamasını hemen bitirmiş ve kalfalığa geçmişti. Fakat kısa sürede kendi ustasını sollayacak bilgi ve beceriye kavuşmuştu.  Araba motorunu tek başına söküp, tamir edip takabilecek konuma gelmişti.  İş yerinde de O’nu saygı ile anıyorlardı. Ustalığı da olmuştu.   Ahmet, Melik Mahmut Camiine Kuran Kursuna gider burada da Hoca Vasfi’den Kuran’ı Kerim ve vaz’u nasihat dersleri alırdı.  Melik Mahmut camisi cemaati ve hocalarının engin hoşgörüsü onun ruh dünyasını şekillendiriyor ve insanların farklı ruh dünyaları ve algılarını öğrenmesine vesile oluyordu. Bu durumda onun daha çok hoşgörülü ve olgun olmasını sağlıyordu. Medreselerin temeli ile başlayan ham’lık mertebesinden olgunluk mertebesine mesafe alıyordu. Bu şekliyle hayata kendini hazırlıyordu Ahmet. İdealleri vardı. Babasına destek olacak, kardeşlerinin eğitim yaşamlarında onlara yardım edecekti. Bu sebeple de okulu erken bırakmış ve araba tamirciliğine başlamıştı. İçine kapanık bir yönü vardı. Derdini, hayallerini kimse ile fazla paylaşmazdı.    Günlerden bir gün Beb-il Mişkiye’den Bab-ı Sur’a iş dönüşü eve giderken, yolunu Hımem (hamam) Bab-ı Sur’dan sapacak şekilde değiştirdi. Yolda gelirken tarihi Mardin mekânlarını kafasında çözmeye çalışıyordu. Ta ki güzel yüzlü Gül hanımefendiyi görünceye kadar. İlk gördüğünde anlam verememişti. Geçip gittiğinde arkasından dönüp bakmıştı. Kafasında ve gönlünde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Sanki bir yerden tanıyor gibiydi. Ama çıkaramıyordu.  Eve gelip elini yüzünü yıkayıp yemeğini yedikten sonra kalbinde bir inşirahın olduğunu hissetti. Kendi kendine sormaya başladı. Kimdi bu dilber? Nerden geliyordu ve niçin ona bakmıştı? Akşam namazına durup bu halinin geçici olduğunu düşünerek dua etti. Ama yatağa uzandığında yine aklın da bin bir soru. Sabaha kadar bir o yana bir bu yana yatakta düşündü durdu.  Her sabah olduğu gibi yine annesinin uyandırmasıyla ile uyandı ve elbiselerini giydiği gibi erkenden işine doğru yol aldı. Ama bu sefer Abbarlaradan değil dün geldiği yoldan çıkarak Bab-ı Sur hamamından  üçyola doğru uzandı. Kafasında tekrar onu görebilme umuduydu. Ama bir şey göremedi. Yolda giderken kendini yokladı. Bu neydi? Nasıl bir duyguydu?    Akşama kadar işinin başındayken kafasında hep soru işareti ve gördüğü bu hanımefendinin kim olduğunun sorusunu bulmaya çalışıyordu. Gördüğü bu hanımefendiye karşı içinde olan bu durumu  anlamlandırabilmeye çalışıyordu. Akşam olmuştu ve paydos saati gelmişti, eve dönecekti, iş arkadaşları yolda ona eşlik etmek istemişlerdi, fakat o kendi başına gitmek istediğini söyledi. Tekrar sabah gittiği yoldan aynı güzergahtan geri dönüyordu ki eve tam Bab-ı Sur hamamının yanından inerken talihin güzel anı ile hanımefendi’yi ekmek alıp dönerken gördü. Göz göze geldiler. Ahmet’in kalbi heyecandan durmak üzereydi. İkisi de birbirine derin bakıştılar. Ve o anda Ahmet nasıl yürüdüğünün farkına varmadan eve gelmişti. O gün her günden daha farklıydı ve bunu annesi hissetmişti. Yine günlük temizlik ve namazından sonra dinlenmeye geçti. Fakat gözünü uyku tutmadı. Bir sağa bir sola evrilirken o hanımefendinin gözleri onun aklından çıkmıyordu. Annesine bir şey anlatmaktan çekiniyor ve utanıyordu.   Günler günleri kovaladı Ahmet artık normal gittiği yoldan değil o hanımefendinin evinin yanından işine gidip gelmeye başlamıştı. En yakınına bu sevdasını anlatmaktan hayâ ediyordu. Aldığı eğitim, annesinin sıkı disiplini onun bu durumunu anlatmasına belki de engel oluyordu. Günlerden bir gün yine yoldan geçerken Gül yüzlü hanımefendi Ahmet’i görür görmez, -bu parayı siz mi düşürdünüz? diye seslendi. O anda Ahmet ne diyeceğini şaşırdı. Sadece gül yüzlü hanımefendiye baktı ve cevaben, -hayır ben düşürmedim, deyiverdi ama bunu derken de eli ayağı birbirine dolandı, kızardı utandı. Bunun bu halini gören gül yüzlü hanımefendi heyecanlandığının farkına varmış olacak ki bir şey demeden gitti.   O günden sonra Ahmet’e bir haller oldu. Annesi buna anlam veremiyordu. Yemek yiyemiyor, sohbet etmiyor, sorulan sorulara kısa cevaplar verip sohbet ortamlarından uzaklaşıyordu. Annesi bu durumu babasına anlattı. Babası da anlam veremedi.  Günler günleri kovaladı ve Ahmet bir gün dayanmayıp konuyu bir yakın arkadaşına anlattı. Bu durumunu arkadaşına anlatırken hayâ etti utandı. Yaşıtı olan arkadaşı dinledi onu. Arkadaşı’da kendi annesine anlattı. Annesi aynı zamanda Ahmet’lerin komşusuydu ve ağzında bakla ıslanmayan bir kadındı Halise teyze. Koşa koşa Ahmet’in annesine gitti ve Ahmet’in annesine hitaben; -Vêrkí yīhnikii ibin ki kíl aşkâr( Gözün aydın oğlun -aşkar-aşık olmuş) Ahmet’in annesi buna anlam veremedi. Komşusuna hitaben,  -Halise Aşkâr ēyş ve-ïhti (Aşkar ne demek kardeşim) diye sorması üzerine komşu halise; -Vêrki kil héblû víhde bêyte íñd himemm bab-ı sur/ve,  rohi itl-ıbûvlíyé (Oğlun sevdalanmış gidin sevdiği kızı ona isteyin Babı-sur hamamının yanında oturuyorlar) demesi üzerine Ahmet’in annesi ne yapacağını şaşırdı.    Akşam Ahmet’in babası eve döndüğünde anne durumu olduğu gibi ona anlattı. Baba gülümsedi. Ve anneye kızı araştırıp istemesini söyledi.  Ahmet’in annesi Halise komşusuna kızın kim olduğunu ve evini sormuştu. Halise komşuda evi tarif etmiş ve gerekirse birlikte gidebileceklerini ifade etmişti. Akşam olunca anne babaya kızı ve ailesini anlatmıştı. Ahmet iş dönüşü günlük temizliğini yaptıktan sonra anne Ahmet’i yanına çağırmış ve komşu oğlunun annesine anlattığının aynısının kendisine anlatı. Ahmet bu meselenin ailesine anlatılmasından dolayı büyük bir utangaçlık göstermiş haya etmiş, terlemiş ve utanmıştı.  En son annesine dediği; -Sen bilirsin cevabıydı.  Anne bu cevaptan sonra Halise komşuyu yanına aldığı gibi Gül yüzlü hanımefendinin evine gitmiş ve kızı annesinden istemişti. Fakat verilen cevap iç acıcı değildi. Çünkü Gül yüzlü hanımefendi’nin ailesi İstanbul’a taşınıyordu. Gül hanımefendinin erkek kardeşleri Mardin’de iş bulamadıklarından oraya göç ediyorlardı. En son Gül hanımefendinin annesinin cevabı;  -Kısmet yok Allah hayırlısını yapsın.   Bu cevap ile Ahmet’in annesi ve Halise komşu üzülmüşlerdi. Bu ara Ahmet işyerinde için içini yiyordu. Ne olacak verecekler miydi? Gül yüzlü hanımefendi ile evlenebilecek miydi? gibi deli sorularla kafası meşgul oluyordu.  Akşam olup eve döndüğünde annesinin sevinçli haberini duymak istiyordu ta ki babası gelip akşam yemeği yendikten sonraki ana kadar.  Yemekten sonra Anne bozuk moral ile babaya hitaben; -Bugün gittik gelini istedik annesi onu vermedi devamla; -Evlerini istanbul’a taşıyacaklar kardeşleri işsiz olduğu için oraya yerleşip kardeşlerine iş bulacaklar, sözleri üzerine Ahmet beyninden vurulmuşa dönmüştü.  Evden çıktı. Bab-ı Sur’a indi, arkadaşını gördü durumu o da biliyormuş hüzünlendi, gözleri yaşardı.  Günler günleri kovlarken bir gün Melik Mahmut camiisinin yanında bir kamyonun ev yüklediğini gördü Ahmet. Meğer Gül Yüzlü Hanımefendinin evleriymiş yüklenen. Durdu baktı. Hamallar çadırı bile bağlamışlardı. Ve Gül Yüzlü Hanımefendi kardeşleri, anne ve babası ile komşulardan vedalaştığını gördü. Bir ara Ahmet ile Gül yüzlü hanımefendi göz göze geldi. İkisinin de aynı anda gözleri yaşardı. Ve hayatın koptuğu an o an’dı. Duygulandı, Kederlendi, Hüzünlendi. Aile otobüs parasını tedarik edemediği için bir kısmı kamyonun şoför mahalline, bir kısmı da eşyalardan arta kalan karasörün içinde çadırın altında ayırdıkları küçük alana binmişlerdi.  Gül Yüzlü Hanımefendi de kamyonun karasörüne binmiş ve kamyon hareket ederken çadırdan kafasını çıkardığı gibi gözü yaşlı bir halde Ahmet’e el sallamıştı. Ahmet’te gözleri yaşarmış, hüzünlenmişti.  Memlekete olan işsizlik sorunu nedeniyle göç eden aileler arkalarında aslında onarılmaz yaralarda bıraktıklarının bile farkında değillerdi.  Hüzün hüznü doğuruyordu.  Aile, çocuklarının geleceği için yeni bir ufka yelken açarken aslında o kendi çocuklarının ruhunda da derin yaralar açıyordu.  Mardin’de tarih böyle acıklı öykülerle doluydu.   Bu sevda Ahmet’i sarsmıştı. Araba tamirciliği mesleğini bırakmaya karar vermişti.  Kafasında otobüs şoförlüğü yapmak vardı. Sevdası olan Gül Yüzlü hanımefendiye böylelikle kavuşabilmeyi umuyordu. Her gün onu işe gitmek üzere uyandıran annesi artık onu uyandıramaz olmuştu. İş sahibi defalarca eve gelmesine ve tekrar işinin başına dönmesini istemesine rağmen işine gitmemişti Ahmet.  Aile büyük bir yıkım ve dağılmışlık yaşıyordu. Annesi günlerce kendisine başka kız isteyeceğini söylemesine rağmen Ahmet’in kafasında sadece Gül Yüzlü hanımefendi vardı.   Ve Ahmet dediğini yapmıştı. Girdiği şoförlük ehliyet sınavını başarı ile kazanmış ve genç yaşta herkesin gıpta edeceği bir otobüs kaptanı olmuştu. Artık 0 302 otobüsünü seri bir şekilde kullanıyordu. Seferlere çıktığında Mardin’in önemli simaları ve yolcuları onun sırasını bekliyorlardı. Onunla yolculuk yapanlar huzurlu  ve güvenli yolculuk  yapardı. Ama bu ara Ahmet içindeki Gül yüzlü hanımefendinin sevdası kök salmış; her seferinde, her anında onu düşünmekte ve hayal etmekteydi.    Ahmet bir gün İstanbul’dan Mardin’e dönerken Topkapı otogarından yolcularını almış ve yola koyulmuştu. Beyefendi ve nazik kişiliği nedeniyle seyahatlerinde yolcuların rahatsız olmamasına azami derecede dikkat ediyordu. Dikiz aynasından muavinine bakarken Gül yüzlü hanımefendiye benzeyen bir bayanın yanında bir beyefendi ve kucağında çocukla gördü. Tekrar baktı emin olamadı. Yol boyunca onun olup olmadığına karar veremedi. İçinde bin bir dert ve şüphe ile yoluna devam etti. Ta ki mola yerine gelinceye kadar. Mola yerinde inerken Gül Yüzlü Hanımefendinin indiğini ve yanında eşi ile çocuğunu olduğunu gördü. Bir daha dünyası yıkılmıştı. Mardin’de yaşadığı şokun etkisini yavaş yavaş atlatmaya çalışırken onun evlendiğini görmesi onu büsbütün darmadağın etmişti. Yol boyunca yemek yiyemedi, bazı yerlerde Müslüm Gürses’in “Yıkıla Yıkıla” şarkısını dinleyip gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Yolculuk Beb-il Mişkiye’de son bulurken Gül yüzlü hanımefendi boynu bükük otobüsten inerken kendisi  de hüzünlüydü, üzgündü.    Bu yolculuktan üç ay sonra Gül Yüzlü Hanımefendi İstanbul’da evinde iken Mardin’den okul arkadaşı aramıştı onu. Hal hatır faslından sonra arkadaşı ona hitaben; -“Kız o Ahmet’i hatırlıyor musun seni isteten genç kaptan geçenlerde kaza geçirdi ve vefat etti” sözleri üzerine Gül yüzlü hanımefendiyi yıkmıştı. Hıçkırıklar içinde ağlamaya başlamıştı. O da ona sevdalıydı ama kader, göç her birini bir tarafa savurmuştu. İçlerindeki masum sevgi dolu duyguları yaşayamamışlardı. Tabiri caiz ise kader ağlarını örmüştü ikisi içinde.   Ve rahmetli Ahmet bu dünyada sevdasına kavuşamadan, muradı olmadan göç edip gitmişti. Mardin’in muhacirlik kaderi Ahmet’i sevdiğinden ayırmıştı. Belki de Gül Yüzlü Hanımefendi’nin ailesi göç etmeseydi, Ahmet sevdasına kavuşabilecekti.      Sevdasına olan bağlılığı, saygısı ile hep anlatıldı.  Efendi kişiliği ve cömertliği ile Bab-ı Sur’da hep iyi anıldı.  Nur içinde yatsın.    
Ekleme Tarihi: 15 Haziran 2023 - Perşembe

MARDİN BAB-I SUR’DA “HÜZÜNLÜ SEVDA”

 
( Ahmet, naif bir insandı)
 
Ergenliğinden beri ailesi ile düzeyli ve saygıya dayalı bir diyalogu vardı. Genç yaşta atıldığı tamircilik mesleğine işini hakkıyla yerine getirmeye çalışıyordu. Çocukluk döneminde annesinden aldığı sıkı disiplin ile iyiyi-kötüyü, çirkini-güzeli ayırt edebilecek konuma gelmişti. Mahallede ki gençlerden farklıydı. Vakur, efendi ve mütevazi kişiliği ile herkesin gönlünü kazanmıştı. Mahallenin ara sokaklarında yürüdüğü zaman herkes onun iyi niyetinden ve temiz gönlünden şüphesi olmazdı. Kimseye kem gözlerle bakmaz, mahallesinde yaşayan herkesi kardeşi gibi görürdü.
 Her sabah işine gitmek için erkenden annesi onu uyandırır ve Mardin’in  abbaralarından başladığı yürüyüşünde, sok-ıl ikbir ile devam eder ve Bab-il mişkiye’ye kadar yürüyerek gelir ve işine başlardı. İşinde çıraklık aşamasını hemen bitirmiş ve kalfalığa geçmişti. Fakat kısa sürede kendi ustasını sollayacak bilgi ve beceriye kavuşmuştu.  Araba motorunu tek başına söküp, tamir edip takabilecek konuma gelmişti. 
İş yerinde de O’nu saygı ile anıyorlardı. Ustalığı da olmuştu.
 
Ahmet, Melik Mahmut Camiine Kuran Kursuna gider burada da Hoca Vasfi’den Kuran’ı Kerim ve vaz’u nasihat dersleri alırdı. 
Melik Mahmut camisi cemaati ve hocalarının engin hoşgörüsü onun ruh dünyasını şekillendiriyor ve insanların farklı ruh dünyaları ve algılarını öğrenmesine vesile oluyordu. Bu durumda onun daha çok hoşgörülü ve olgun olmasını sağlıyordu. Medreselerin temeli ile başlayan ham’lık mertebesinden olgunluk mertebesine mesafe alıyordu. Bu şekliyle hayata kendini hazırlıyordu Ahmet. İdealleri vardı. Babasına destek olacak, kardeşlerinin eğitim yaşamlarında onlara yardım edecekti. Bu sebeple de okulu erken bırakmış ve araba tamirciliğine başlamıştı. İçine kapanık bir yönü vardı. Derdini, hayallerini kimse ile fazla paylaşmazdı. 
 
Günlerden bir gün Beb-il Mişkiye’den Bab-ı Sur’a iş dönüşü eve giderken, yolunu Hımem (hamam) Bab-ı Sur’dan sapacak şekilde değiştirdi. Yolda gelirken tarihi Mardin mekânlarını kafasında çözmeye çalışıyordu. Ta ki güzel yüzlü Gül hanımefendiyi görünceye kadar. İlk gördüğünde anlam verememişti. Geçip gittiğinde arkasından dönüp bakmıştı. Kafasında ve gönlünde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Sanki bir yerden tanıyor gibiydi. Ama çıkaramıyordu. 
Eve gelip elini yüzünü yıkayıp yemeğini yedikten sonra kalbinde bir inşirahın olduğunu hissetti. Kendi kendine sormaya başladı. Kimdi bu dilber? Nerden geliyordu ve niçin ona bakmıştı? Akşam namazına durup bu halinin geçici olduğunu düşünerek dua etti. Ama yatağa uzandığında yine aklın da bin bir soru. Sabaha kadar bir o yana bir bu yana yatakta düşündü durdu.
 Her sabah olduğu gibi yine annesinin uyandırmasıyla ile uyandı ve elbiselerini giydiği gibi erkenden işine doğru yol aldı. Ama bu sefer Abbarlaradan değil dün geldiği yoldan çıkarak Bab-ı Sur hamamından  üçyola doğru uzandı. Kafasında tekrar onu görebilme umuduydu. Ama bir şey göremedi. Yolda giderken kendini yokladı. Bu neydi? Nasıl bir duyguydu? 
 
Akşama kadar işinin başındayken kafasında hep soru işareti ve gördüğü bu hanımefendinin kim olduğunun sorusunu bulmaya çalışıyordu. Gördüğü bu hanımefendiye karşı içinde olan bu durumu  anlamlandırabilmeye çalışıyordu.
Akşam olmuştu ve paydos saati gelmişti, eve dönecekti, iş arkadaşları yolda ona eşlik etmek istemişlerdi, fakat o kendi başına gitmek istediğini söyledi. Tekrar sabah gittiği yoldan aynı güzergahtan geri dönüyordu ki eve tam Bab-ı Sur hamamının yanından inerken talihin güzel anı ile hanımefendi’yi ekmek alıp dönerken gördü. Göz göze geldiler. Ahmet’in kalbi heyecandan durmak üzereydi. İkisi de birbirine derin bakıştılar. Ve o anda Ahmet nasıl yürüdüğünün farkına varmadan eve gelmişti. O gün her günden daha farklıydı ve bunu annesi hissetmişti. Yine günlük temizlik ve namazından sonra dinlenmeye geçti. Fakat gözünü uyku tutmadı. Bir sağa bir sola evrilirken o hanımefendinin gözleri onun aklından çıkmıyordu. Annesine bir şey anlatmaktan çekiniyor ve utanıyordu. 
 Günler günleri kovaladı Ahmet artık normal gittiği yoldan değil o hanımefendinin evinin yanından işine gidip gelmeye başlamıştı. En yakınına bu sevdasını anlatmaktan hayâ ediyordu. Aldığı eğitim, annesinin sıkı disiplini onun bu durumunu anlatmasına belki de engel oluyordu.
Günlerden bir gün yine yoldan geçerken Gül yüzlü hanımefendi Ahmet’i görür görmez,
-bu parayı siz mi düşürdünüz? diye seslendi. O anda Ahmet ne diyeceğini şaşırdı. Sadece gül yüzlü hanımefendiye baktı ve cevaben,
-hayır ben düşürmedim, deyiverdi ama bunu derken de eli ayağı birbirine dolandı, kızardı utandı. Bunun bu halini gören gül yüzlü hanımefendi heyecanlandığının farkına varmış olacak ki bir şey demeden gitti.
 
O günden sonra Ahmet’e bir haller oldu. Annesi buna anlam veremiyordu. Yemek yiyemiyor, sohbet etmiyor, sorulan sorulara kısa cevaplar verip sohbet ortamlarından uzaklaşıyordu. Annesi bu durumu babasına anlattı. Babası da anlam veremedi. 
Günler günleri kovaladı ve Ahmet bir gün dayanmayıp konuyu bir yakın arkadaşına anlattı. Bu durumunu arkadaşına anlatırken hayâ etti utandı. Yaşıtı olan arkadaşı dinledi onu. Arkadaşı’da kendi annesine anlattı. Annesi aynı zamanda Ahmet’lerin komşusuydu ve ağzında bakla ıslanmayan bir kadındı Halise teyze. Koşa koşa Ahmet’in annesine gitti ve Ahmet’in annesine hitaben;
-Vêrkí yīhnikii ibin ki kíl aşkâr( Gözün aydın oğlun -aşkar-aşık olmuş) Ahmet’in annesi buna anlam veremedi. Komşusuna hitaben, 
-Halise Aşkâr ēyş ve-ïhti (Aşkar ne demek kardeşim) diye sorması üzerine komşu halise;
-Vêrki kil héblû víhde bêyte íñd himemm bab-ı sur/ve, 
rohi itl-ıbûvlíyé (Oğlun sevdalanmış gidin sevdiği kızı ona isteyin Babı-sur hamamının yanında oturuyorlar) demesi üzerine Ahmet’in annesi ne yapacağını şaşırdı. 
 
Akşam Ahmet’in babası eve döndüğünde anne durumu olduğu gibi ona anlattı. Baba gülümsedi. Ve anneye kızı araştırıp istemesini söyledi. 
Ahmet’in annesi Halise komşusuna kızın kim olduğunu ve evini sormuştu. Halise komşuda evi tarif etmiş ve gerekirse birlikte gidebileceklerini ifade etmişti. Akşam olunca anne babaya kızı ve ailesini anlatmıştı. Ahmet iş dönüşü günlük temizliğini yaptıktan sonra anne Ahmet’i yanına çağırmış ve komşu oğlunun annesine anlattığının aynısının kendisine anlatı. Ahmet bu meselenin ailesine anlatılmasından dolayı büyük bir utangaçlık göstermiş haya etmiş, terlemiş ve utanmıştı. 
En son annesine dediği;
-Sen bilirsin cevabıydı. 
Anne bu cevaptan sonra Halise komşuyu yanına aldığı gibi Gül yüzlü hanımefendinin evine gitmiş ve kızı annesinden istemişti. Fakat verilen cevap iç acıcı değildi. Çünkü Gül yüzlü hanımefendi’nin ailesi İstanbul’a taşınıyordu. Gül hanımefendinin erkek kardeşleri Mardin’de iş bulamadıklarından oraya göç ediyorlardı. En son Gül hanımefendinin annesinin cevabı; 
-Kısmet yok Allah hayırlısını yapsın.
 
Bu cevap ile Ahmet’in annesi ve Halise komşu üzülmüşlerdi. Bu ara Ahmet işyerinde için içini yiyordu. Ne olacak verecekler miydi? Gül yüzlü hanımefendi ile evlenebilecek miydi? gibi deli sorularla kafası meşgul oluyordu. 
Akşam olup eve döndüğünde annesinin sevinçli haberini duymak istiyordu ta ki babası gelip akşam yemeği yendikten sonraki ana kadar. 
Yemekten sonra Anne bozuk moral ile babaya hitaben;
-Bugün gittik gelini istedik annesi onu vermedi devamla;
-Evlerini istanbul’a taşıyacaklar kardeşleri işsiz olduğu için oraya yerleşip kardeşlerine iş bulacaklar,
sözleri üzerine Ahmet beyninden vurulmuşa dönmüştü. 
Evden çıktı. Bab-ı Sur’a indi, arkadaşını gördü durumu o da biliyormuş hüzünlendi, gözleri yaşardı. 
Günler günleri kovlarken bir gün Melik Mahmut camiisinin yanında bir kamyonun ev yüklediğini gördü Ahmet. Meğer Gül Yüzlü Hanımefendinin evleriymiş yüklenen. Durdu baktı. Hamallar çadırı bile bağlamışlardı. Ve Gül Yüzlü Hanımefendi kardeşleri, anne ve babası ile komşulardan vedalaştığını gördü. Bir ara Ahmet ile Gül yüzlü hanımefendi göz göze geldi. İkisinin de aynı anda gözleri yaşardı. Ve hayatın koptuğu an o an’dı. Duygulandı, Kederlendi, Hüzünlendi. Aile otobüs parasını tedarik edemediği için bir kısmı kamyonun şoför mahalline, bir kısmı da eşyalardan arta kalan karasörün içinde çadırın altında ayırdıkları küçük alana binmişlerdi. 
Gül Yüzlü Hanımefendi de kamyonun karasörüne binmiş ve kamyon hareket ederken çadırdan kafasını çıkardığı gibi gözü yaşlı bir halde Ahmet’e el sallamıştı. Ahmet’te gözleri yaşarmış, hüzünlenmişti. 
Memlekete olan işsizlik sorunu nedeniyle göç eden aileler arkalarında aslında onarılmaz yaralarda bıraktıklarının bile farkında değillerdi. 
Hüzün hüznü doğuruyordu. 
Aile, çocuklarının geleceği için yeni bir ufka yelken açarken aslında o kendi çocuklarının ruhunda da derin yaralar açıyordu. 
Mardin’de tarih böyle acıklı öykülerle doluydu.
 
Bu sevda Ahmet’i sarsmıştı. Araba tamirciliği mesleğini bırakmaya karar vermişti.  Kafasında otobüs şoförlüğü yapmak vardı. Sevdası olan Gül Yüzlü hanımefendiye böylelikle kavuşabilmeyi umuyordu. Her gün onu işe gitmek üzere uyandıran annesi artık onu uyandıramaz olmuştu. İş sahibi defalarca eve gelmesine ve tekrar işinin başına dönmesini istemesine rağmen işine gitmemişti Ahmet. 
Aile büyük bir yıkım ve dağılmışlık yaşıyordu. Annesi günlerce kendisine başka kız isteyeceğini söylemesine rağmen Ahmet’in kafasında sadece Gül Yüzlü hanımefendi vardı. 
 Ve Ahmet dediğini yapmıştı. Girdiği şoförlük ehliyet sınavını başarı ile kazanmış ve genç yaşta herkesin gıpta edeceği bir otobüs kaptanı olmuştu. Artık 0 302 otobüsünü seri bir şekilde kullanıyordu. Seferlere çıktığında Mardin’in önemli simaları ve yolcuları onun sırasını bekliyorlardı. Onunla yolculuk yapanlar huzurlu  ve güvenli yolculuk  yapardı. Ama bu ara Ahmet içindeki Gül yüzlü hanımefendinin sevdası kök salmış; her seferinde, her anında onu düşünmekte ve hayal etmekteydi. 
 
Ahmet bir gün İstanbul’dan Mardin’e dönerken Topkapı otogarından yolcularını almış ve yola koyulmuştu. Beyefendi ve nazik kişiliği nedeniyle seyahatlerinde yolcuların rahatsız olmamasına azami derecede dikkat ediyordu. Dikiz aynasından muavinine bakarken Gül yüzlü hanımefendiye benzeyen bir bayanın yanında bir beyefendi ve kucağında çocukla gördü. Tekrar baktı emin olamadı. Yol boyunca onun olup olmadığına karar veremedi. İçinde bin bir dert ve şüphe ile yoluna devam etti. Ta ki mola yerine gelinceye kadar. Mola yerinde inerken Gül Yüzlü Hanımefendinin indiğini ve yanında eşi ile çocuğunu olduğunu gördü. Bir daha dünyası yıkılmıştı. Mardin’de yaşadığı şokun etkisini yavaş yavaş atlatmaya çalışırken onun evlendiğini görmesi onu büsbütün darmadağın etmişti. Yol boyunca yemek yiyemedi, bazı yerlerde Müslüm Gürses’in “Yıkıla Yıkıla” şarkısını dinleyip gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Yolculuk Beb-il Mişkiye’de son bulurken Gül yüzlü hanımefendi boynu bükük otobüsten inerken kendisi  de hüzünlüydü, üzgündü.  
 Bu yolculuktan üç ay sonra Gül Yüzlü Hanımefendi İstanbul’da evinde iken Mardin’den okul arkadaşı aramıştı onu. Hal hatır faslından sonra arkadaşı ona hitaben;
-“Kız o Ahmet’i hatırlıyor musun seni isteten genç kaptan geçenlerde kaza geçirdi ve vefat etti” sözleri üzerine Gül yüzlü hanımefendiyi yıkmıştı. Hıçkırıklar içinde ağlamaya başlamıştı. O da ona sevdalıydı ama kader, göç her birini bir tarafa savurmuştu. İçlerindeki masum sevgi dolu duyguları yaşayamamışlardı. Tabiri caiz ise kader ağlarını örmüştü ikisi içinde. 
 Ve rahmetli Ahmet bu dünyada sevdasına kavuşamadan, muradı olmadan göç edip gitmişti. Mardin’in muhacirlik kaderi Ahmet’i sevdiğinden ayırmıştı. Belki de Gül Yüzlü Hanımefendi’nin ailesi göç etmeseydi, Ahmet sevdasına kavuşabilecekti.   
 
Sevdasına olan bağlılığı, saygısı ile hep anlatıldı. 
Efendi kişiliği ve cömertliği ile Bab-ı Sur’da hep iyi anıldı. 
Nur içinde yatsın.    
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.