Liyakat
Liyakat
Son dönemlerde sıklıkla dilimize dolanan ve muhabbet ortamında gündeme gelen konulardan biri de “Liyakat”.
Liyakat ve sadakatin birlikte zikredildiği yerlerde üst düzey yöneticilerin kendilerine liyakat sahibi kişilerden çok sadakat sahibi insanları tercih ettiği yönünde görüşler bildirir ve bunu da kendince haklı sebeplerle izah etmeye çalışırlar. Sadakat mi? Liyakat mi?
Peki, liyakat nedir? Layık olma, yaraşma, yaraşırlık, uygunluk. Yeterlilik, yetenek. Sözlük anlamı ile birlikte terim olarak dar anlamda herhangi bir organizasyonda işe uygun ehil ve uzman kişinin seçilmesi anlamına gelmektedir. Buradaki “işe uygunluk”, gerekli bilgi ve tecrübedir. Diğer yandan, liyakat kavramı özünde ahlak ve erdem gibi değerleri de barındıran bir kavramdır. Bu açıdan kişinin bilgi ve tecrübe sahibi olmasının yanı sıra ahlaki ve vicdani yeterliliğe sahip olması gerekmektedir. Tek başına bilgi ve yetenek olmadan faziletli ve ahlaklı olmak liyakat sahibi olmak anlamına gelmiyor.
Ashâb-ı kirâmdan Ebû Zer -radıyallâhu anh-, bir gün Peygamber Efendimiz’e:
“−Yâ Rasûlâllah! Beni vâli tâyin eder misin?” demiş, Allah Rasûlü (SAV) ise şöyle karşılık vermiştir: “−Ey Ebû Zer! Sen zayıf bir adamsın. İstediğin vazife ise büyük bir emânettir. Bu emâneti ehil olarak alan ve üzerine düşeni yapanlar müstesnâ, aslında bu vazife kıyâmet gününde bir rezillik ve pişmanlıktır.” (Müslim, İmâre, 16)
Rasûl-i Ekrem (SAV): “Şu gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zer’den daha doğru sözlü ve daha vefâlı kimse yoktur.” buyurmasına rağmen ve onun ahlâkını, karakterini, zühde meylini, dünyaya hiç değer vermeyişini iyi bildiği hâlde, onu idareciliğe tâyin etmemiştir. Zira “ahlâkî fazîlet” ile “idarecilik dirâyeti” farklı şeylerdir. Nice fazîletli kimseler vardır ki, idarecilik kâbiliyetleri yoktur.
Osmanlı döneminde batılı bürokratların yönetimle ilgili şu ifadeleri aslında bizlerin meramını anlatmak için çok açıklayıcı olacak. “ bu ülkede şahsi meziyet ve kabiliyetten başka hiçbir şeye kıymet verilmez, nesep ve irsiyet bir şey ifade etmez. Herkes, liyakat, bilgi, ahlak ve seciyesine göre bir mevkie tayin edilir. Ahlaksız, bilgisiz ve tembeller hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazlar. Osmanlıların başarısının ve bütün dünyaya hâkim olmalarının hikmeti budur. Türklerin en büyük düşmanı iltimastır.”
Mevlana’ya atfedilen bir söz vardır “Özü kötü kimseye bilgi ve ustalık öğretmek, haydut eline kılıç vermek demektir”. Aynı şekilde bu insana makam, mevki ve yetki vermek eline geçen güç ile toplumu ezmek için kullanacağından hiç şüphe edilmez ve tarih bunun örnekleriyle doludur. Onun için kur’an-ı Kerim’de Nisa süresi 58. Ayetinde Rabbimiz şöyle buyuruyor. “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” Bu ayetin tefsirinde müfessirler şöyle bir açıklama yapar Tarih boyunca insanların huzur ve mutlulukları iki sebeple kazanılmış veya kaybedilmiştir: Emanet ve adalet. Emanetler ehline verildiği ve adalete riayet edildiği müddetçe cemiyette huzur ve saadet bulunmuş, hıyanetler ve haksızlıklar ise huzursuzlukların, kavgaların, savaşların, servet ve neslin helâk olmasının baş sebepleri arasında yer almıştır.
Bu itibarla, kamu görevini kişisel imkân ve fırsat değil olarak değil de halka karşı bir sorumluluk ve hizmet yolu olarak görmek gerekmektedir. Görevin gerektirdiği sıkıntı ve problemlere katlanamayacak olanlara bu görevler tevdi edilmemelidir. Toplumda adaletin, barışın, güvenin, huzurun ve refahın sağlanması ancak kamu görevlerine yapılacak atamalarda liyakat ve ehliyetin temel alınmasıyla mümkün olabilecektir. Uzmanlık ve deneyime bakılmaksızın işlerin yürütülmeye çalışılması halinde ise, toplumsal düzenin işleyişi zarar görecek, ülkenin gelişmesi ve ilerlemesi mümkün olmayacaktır.
Şimdi tedbirimizi aldık aldık almazsak ülkemizin güçlü ve müreffeh bir seviye ulaşması mümkün olmayacaktır. Torpile alıştırılmış bir toplumu, torpilden vazgeçirmek kolay değildir. Zihinler değişmeden, davranışlar değişmeyeceğinden, zihinlerin değişmesi de çok uzun bir zaman alacağından, torpille güçlü bir mücadele yapılması şarttır.