MARKSİST DÜŞÜNCEDE DAVRANIŞÇILIĞIN ELEŞTİRİSİ / GÜNÜMÜZ DÜNYASINA DERSLER

KIR'ATIM GÜNCEL HABERLER (KIRATIM HABER) - KIR'ATIM GAZETESİ | 14.12.2025 - 13:13, Güncelleme: 14.12.2025 - 13:13
 

MARKSİST DÜŞÜNCEDE DAVRANIŞÇILIĞIN ELEŞTİRİSİ / GÜNÜMÜZ DÜNYASINA DERSLER

Marksizm, felsefi bir sistem olarak, insanı ve toplumsal kurumları doğru bir şekilde analiz etmeyi amaçlama iddiasındadır.
               Davranışçılık ise, bir psikoloji sistemi olarak, yönteminin insan doğasını anlamak için temel olduğunu ileri sürer.               Her iki sistem de iddialarını, bilimsel nitelikte yöntemler kullandıkları savıyla haklı çıkarmaya çalışır. Marksizm, yöntemini tarihsel analize dayandırır ve tarihin düzenli, tahmin edilebilir bir şekilde geliştiğini ve doğru bir analizinin bilimsel yasaları ortaya çıkardığını savunur.               Doğa bilimlerinin genel metodolojisi, davranışçılığın modelidir. Davranışçılar, doğa bilimlerinin başarılarına işaret eder ve bilimsel yöntemi, evvelki veya mevcut psikolojiden daha kapsamlı ve tutarlı bir şekilde kullandıklarını ileri sürerler.               Dahası, davranışçı psikolojinin, konunun tahmin edilebilirliği ve kontrolü gibi bilimsel hedeflere dikkat ettiğini ve insan psikolojisi çalışmalarını, kendisini objektif ve gerçekten bilimsel olarak adlandırabilecek ölçüde ilerlettiğini iddia ederler.   Hem Marksizm hem de davranışçılık, insanı eksiksiz bir şekilde ele aldıklarını iddia eden dogmatik ideoloji biçimleridir.               Teoriler, uzmanlık alanlarından kamuoyuna sunulduğunda genellikle basitleştirilir. Karmaşık kısımları, şartları, nüans ve sınırlamaları ortadan kaldırılır veya göz ardı edilir ve kamuoyunun zihninde yalnızca birkaç anahtar kelime veya kısa cümle kalır.                Bu anahtar kelimeler zamanla teorinin orijinal anlamının yerini alır. Bazen de teorisyenin niyetinden tamamen farklı, hatta ona aykırı algılar oluşur. Misâl, birçok insan Nietzsche'yi sadece 'Süper İnsan' terimi veya 'Tanrı Öldü' sözüyle tanır. Bu algılar, yanlış anlamaya dayalı tartışmaları da şekillendirir. Ancak doğru cevaba ulaşmak için evvela doğru soruyu bilmek gerekir.   Benzer bir süreç Marx'la da yaşandı ve onun felsefi düşüncesinin basitleştirilmesinin en mühim örneklerinden biri Engels tarafından gerçekleştirildi.               Marx öldüğünde, Engels mezarı başında bir övgü konuşması yaparak Marx'ın "İnsanlığın Tarihsel Gelişiminin Yasasını" keşfettiğini iddia etti. Bu yasaya göre insanlar herhangi bir siyasi, bilimsel, sanatsal veya dini faaliyete girişmeden önce temel ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır.               Oysa kimse insanların hayatta kalmak için öncelikle yiyeceğe, giyeceğe ve barınağa ihtiyaç duyduğu, daha sonra ise daha düşük öncelikli ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği gerçeğini inkâr etmiyordu.               Ancak bu basitleştirmenin sonucu, kabul görmüş bir fikrin ifadesinden çok daha fazlası oldu. Zamanla, Marx'ın teorik analizlerine ve sonuçlarına meydan okuyan herkesin aslında söz konusu görüşe karşı çıktığı izlenimi gelişti.               Marx'ın eleştirmenleri, "Felsefeden Önce Karnı Doyurmak Gerekir" ilkesini bilmeyenler olarak tasvir edildiler. Oysa anlaşmazlıkları bu önermeyle ilgili değil, Marksizmin bu önermeye tarihi ve toplum yapısını açıklamada atfettiği rol ve yerle ilgiliydi.   Belki de bu tür bir basitleştirme, tartışma düzeyini teorik eleştiri ve mantıksal analizden, muhaliflere yönelik örtük bir küçümseme ortamına indirgedi.   Bu basitleştirilmiş okumadan ortaya çıkan bir diğer izlenim ise; “AÇ OLAN veya Temel İhtiyaçları Karşılanmamış Bir Kişinin Düşünme, Bilinçli Seçimler Yapma ve Doğru ile Yanlışı Ayırt Etme Yeteneğinden Yoksun Olduğudur.”               Sanki bu insanlar AHLAK kavramından muafmış ya da değerleri anlamaktan tamamen acizmiş gibi. Bu algı, insanları davranışları maddi uyaranlara verilen bir tepkiden başka bir şey olmayan hayvanlar olarak görüyor.               Oysa her insan, bilinçli veya bilinçsiz olarak, hayatına dair bir felsefeye sahiptir. Varoluştaki yeri, insanın doğası, başkalarıyla ilişkisi ve değerleri hakkında bir fikri vardır. Farklı durumlarda eylemlerine rehberlik eden de bu zihinsel imgedir.               Örneğin, insanlar yoksulluğa aynı şekilde tepki vermezler. Bir kişi hırsızlık veya tecavüze başvurabilir. Bir diğeri dilenciliği seçebilir ve üçüncüsü aynı zor şartlar altında bile geçimini sağlamak için mücadele edebilir.   Bu tercihlerdeki farklılık, yalnızca maddi imkânlardaki bir farklılık değil, ‘Fikir, Değer ve İnançlarındaki Farklılıktır.’   Marksizmle başa çıkmada yapılan en büyük hata, fikirlerin önemini ve gücünü göz ardı etmektir.               ‘İnsanları Hayvanlardan Ayıran Şey, İnançlara Dayalı Seçim Yapabilme Yeteneğidir.’ Fikirlerin rolünü göz ardı ederek ve insanları tuhaf varlıklara indirgeyerek, Marksizm, tarihin hareketinin kaçınılmaz olarak sosyalizme doğru ilerlediğini göstermeye çalışır. Sanki irade, seçim ve değerlerin tarihsel süreçte hiçbir rolü yokmuş gibi.               Pavlov deneylerinden çıkarımlanan ‘İnsan Eyleminin Koşullu Tepkilere İndirgenmesi Teorisi’, sonraları Marksistler tarafından coşkuyla benimsendi. Onlar hayvan davranışlarının uyaranlarla değiştirilebildiği sonucunu, ‘İnsanların da Sosyalist Bir Topluma Ulaşmak İçin Yeniden Programlanabileceği’ şeklinde yorumladılar.               İşte bu anlayıştan yola çıkarak "YENİ TİP İNSAN" kavramı oluştu. Bu insan tipi; sosyalist toplumun ihtiyaçlarıyla uyumlu olmalı, eğitim, gelişim, sosyal baskı ve ideolojik eğitim yoluyla parti veya siyasi otoritenin istediği hedefe yönlendirilmelidir.   İşte bu bağlamda Alman Marksist ve sosyal demokrasi kuramcısı Karl Kautsky'nin ünlü sözü anlam kazanıyor:   "Eğer İnsan Doğası Sosyalizme Karşıysa, O Zaman İnsan Doğası Değişmelidir."   Bu ifade sadece bir siyasi slogan değil, insanı şartlandırabilir bir varlığa indirgeyen bir yaklaşımın mantıksal neticesidir.               Eğer insanlar uyaranlara maruz kalma sonucu hayvanlar gibi şekilleniyorsa, o zaman devlet veya ilerici parti, tüm bireyleri kendi ideolojik modellerine göre 'DÜZELTME' veya onları eğitim ve sosyal yollarla donanım gibi yeniden programlama meşruiyetini kazanır.   İnsan bir laboratuvar hayvanı değildir ve eylemleri iradesine, değerlerine ve fikirlerine dayanır.               Dışsal Bir Uyaran Bir Kişinin Davranış Biçimini Belirlese Bile, Tepkinin Türünü Belirleyen Şey Uyaranın Kendisi Değil, Kişinin Ona Atfettiği Anlamdır. İnsanlar ‘UYARANA’ Değil, Uyaranın Kendi Yorumlarına Göre Tepki Verirler.   Bunu daha net açıklamak için, bir dövüş sanatları eğitimi aldığınızı ve eğitmenin her seansın sonunda birkaç tur koşmanızı istediğini hayal edin!   Bu hareketi; dayanıklılığı artırma ve yarışa hazırlanma bağlamında yorumlarsanız, koşmak zor olsa bile, ilerlemenin bir parçası olarak gördüğünüz için bunu memnuniyetle yaparsınız.   Eğer aynı davranışı ceza olarak görür ve bunu hak ettiğinizi düşünürseniz, rahatsızlık duyarak koşarsınız ve kendinizi suçlayabilirsiniz.   Ancak cezanın haksız olduğunu düşünüyorsanız, muhtemelen protesto eder veya yapmayı reddedersiniz.               Tüm bu durumlarda fark, öğretmenin eyleminin kendisinde değil, ona yüklediğiniz anlamdadır. Anlamın kendisi bir fikirdir ve insan eylemi bu tür fikirlere dayanır. Bu fikirleri anlamadan, insan davranışını açıklamak ve analiz etmek mümkün değildir.               İnsanı koşullandırılmış bir varlığa indirgemek yalnızca teorik bir hata değil, aynı zamanda "Sosyal Mühendislik" için entelektüel bir temel de sağlar. Bu kavram planlama ve organizasyonu da temsil eder.               Sosyal mühendislik, Sovyetler Birliği'ndeki ‘Sosyalist İnsan’ yaratma çabalarından Mao'nun Çin'indeki kültürel yeniden yapılanma projelerine kadar, sosyalist devletlerde büyük insani felaketlere yol açtı.               Bu programlar, uyaranlar ve çevre partinin modeline göre düzenlenirse, insanın sosyalist teorisyenlerin öngördüğü tepkileri kaçınılmaz olarak göstereceği varsayımına dayanıyordu. Eğer bu gerçekleşmezse, istenen tepkiyi göstermeyen insanlar ‘İstenmeyen Unsurlar’ olarak tanımlanıyordu.   Ancak tarih, insan fikirlerinin ve zihinsel anlamlarının tamamen mühendislik ürünü olmadığını ve tamamen dış uyaranlara da tabi olmadığını kanıtlamıştır.
Marksizm, felsefi bir sistem olarak, insanı ve toplumsal kurumları doğru bir şekilde analiz etmeyi amaçlama iddiasındadır.

               Davranışçılık ise, bir psikoloji sistemi olarak, yönteminin insan doğasını anlamak için temel olduğunu ileri sürer.
              Her iki sistem de iddialarını, bilimsel nitelikte yöntemler kullandıkları savıyla haklı çıkarmaya çalışır. Marksizm, yöntemini tarihsel analize dayandırır ve tarihin düzenli, tahmin edilebilir bir şekilde geliştiğini ve doğru bir analizinin bilimsel yasaları ortaya çıkardığını savunur.
              Doğa bilimlerinin genel metodolojisi, davranışçılığın modelidir. Davranışçılar, doğa bilimlerinin başarılarına işaret eder ve bilimsel yöntemi, evvelki veya mevcut psikolojiden daha kapsamlı ve tutarlı bir şekilde kullandıklarını ileri sürerler.
              Dahası, davranışçı psikolojinin, konunun tahmin edilebilirliği ve kontrolü gibi bilimsel hedeflere dikkat ettiğini ve insan psikolojisi çalışmalarını, kendisini objektif ve gerçekten bilimsel olarak adlandırabilecek ölçüde ilerlettiğini iddia ederler.
  Hem Marksizm hem de davranışçılık, insanı eksiksiz bir şekilde ele aldıklarını iddia eden dogmatik ideoloji biçimleridir.
              Teoriler, uzmanlık alanlarından kamuoyuna sunulduğunda genellikle basitleştirilir. Karmaşık kısımları, şartları, nüans ve sınırlamaları ortadan kaldırılır veya göz ardı edilir ve kamuoyunun zihninde yalnızca birkaç anahtar kelime veya kısa cümle kalır. 
              Bu anahtar kelimeler zamanla teorinin orijinal anlamının yerini alır. Bazen de teorisyenin niyetinden tamamen farklı, hatta ona aykırı algılar oluşur.
Misâl, birçok insan Nietzsche'yi sadece 'Süper İnsan' terimi veya 'Tanrı Öldü' sözüyle tanır. Bu algılar, yanlış anlamaya dayalı tartışmaları da şekillendirir. Ancak doğru cevaba ulaşmak için evvela doğru soruyu bilmek gerekir.
  Benzer bir süreç Marx'la da yaşandı ve onun felsefi düşüncesinin basitleştirilmesinin en mühim örneklerinden biri Engels tarafından gerçekleştirildi.
              Marx öldüğünde, Engels mezarı başında bir övgü konuşması yaparak Marx'ın "İnsanlığın Tarihsel Gelişiminin Yasasını" keşfettiğini iddia etti. Bu yasaya göre insanlar herhangi bir siyasi, bilimsel, sanatsal veya dini faaliyete girişmeden önce temel ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır.
              Oysa kimse insanların hayatta kalmak için öncelikle yiyeceğe, giyeceğe ve barınağa ihtiyaç duyduğu, daha sonra ise daha düşük öncelikli ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği gerçeğini inkâr etmiyordu.
              Ancak bu basitleştirmenin sonucu, kabul görmüş bir fikrin ifadesinden çok daha fazlası oldu. Zamanla, Marx'ın teorik analizlerine ve sonuçlarına meydan okuyan herkesin aslında söz konusu görüşe karşı çıktığı izlenimi gelişti.
              Marx'ın eleştirmenleri, "Felsefeden Önce Karnı Doyurmak Gerekir" ilkesini bilmeyenler olarak tasvir edildiler. Oysa anlaşmazlıkları bu önermeyle ilgili değil, Marksizmin bu önermeye tarihi ve toplum yapısını açıklamada atfettiği rol ve yerle ilgiliydi.
  Belki de bu tür bir basitleştirme, tartışma düzeyini teorik eleştiri ve mantıksal analizden, muhaliflere yönelik örtük bir küçümseme ortamına indirgedi.
  Bu basitleştirilmiş okumadan ortaya çıkan bir diğer izlenim ise; “AÇ OLAN veya Temel İhtiyaçları Karşılanmamış Bir Kişinin Düşünme, Bilinçli Seçimler Yapma ve Doğru ile Yanlışı Ayırt Etme Yeteneğinden Yoksun Olduğudur.”
              Sanki bu insanlar AHLAK kavramından muafmış ya da değerleri anlamaktan tamamen acizmiş gibi. Bu algı, insanları davranışları maddi uyaranlara verilen bir tepkiden başka bir şey olmayan hayvanlar olarak görüyor.
              Oysa her insan, bilinçli veya bilinçsiz olarak, hayatına dair bir felsefeye sahiptir. Varoluştaki yeri, insanın doğası, başkalarıyla ilişkisi ve değerleri hakkında bir fikri vardır. Farklı durumlarda eylemlerine rehberlik eden de bu zihinsel imgedir.
              Örneğin, insanlar yoksulluğa aynı şekilde tepki vermezler. Bir kişi hırsızlık veya tecavüze başvurabilir. Bir diğeri dilenciliği seçebilir ve üçüncüsü aynı zor şartlar altında bile geçimini sağlamak için mücadele edebilir.
  Bu tercihlerdeki farklılık, yalnızca maddi imkânlardaki bir farklılık değil, ‘Fikir, Değer ve İnançlarındaki Farklılıktır.’
  Marksizmle başa çıkmada yapılan en büyük hata, fikirlerin önemini ve gücünü göz ardı etmektir.
              ‘İnsanları Hayvanlardan Ayıran Şey, İnançlara Dayalı Seçim Yapabilme Yeteneğidir.’ Fikirlerin rolünü göz ardı ederek ve insanları tuhaf varlıklara indirgeyerek, Marksizm, tarihin hareketinin kaçınılmaz olarak sosyalizme doğru ilerlediğini göstermeye çalışır. Sanki irade, seçim ve değerlerin tarihsel süreçte hiçbir rolü yokmuş gibi.
              Pavlov deneylerinden çıkarımlanan ‘İnsan Eyleminin Koşullu Tepkilere İndirgenmesi Teorisi’, sonraları Marksistler tarafından coşkuyla benimsendi. Onlar hayvan davranışlarının uyaranlarla değiştirilebildiği sonucunu, ‘İnsanların da Sosyalist Bir Topluma Ulaşmak İçin Yeniden Programlanabileceği’ şeklinde yorumladılar.
              İşte bu anlayıştan yola çıkarak "YENİ TİP İNSAN" kavramı oluştu. Bu insan tipi; sosyalist toplumun ihtiyaçlarıyla uyumlu olmalı, eğitim, gelişim, sosyal baskı ve ideolojik eğitim yoluyla parti veya siyasi otoritenin istediği hedefe yönlendirilmelidir.
  İşte bu bağlamda Alman Marksist ve sosyal demokrasi kuramcısı Karl Kautsky'nin ünlü sözü anlam kazanıyor:
  "Eğer İnsan Doğası Sosyalizme Karşıysa, O Zaman İnsan Doğası Değişmelidir."
  Bu ifade sadece bir siyasi slogan değil, insanı şartlandırabilir bir varlığa indirgeyen bir yaklaşımın mantıksal neticesidir.
              Eğer insanlar uyaranlara maruz kalma sonucu hayvanlar gibi şekilleniyorsa, o zaman devlet veya ilerici parti, tüm bireyleri kendi ideolojik modellerine göre 'DÜZELTME' veya onları eğitim ve sosyal yollarla donanım gibi yeniden programlama meşruiyetini kazanır.
  İnsan bir laboratuvar hayvanı değildir ve eylemleri iradesine, değerlerine ve fikirlerine dayanır.
              Dışsal Bir Uyaran Bir Kişinin Davranış Biçimini Belirlese Bile, Tepkinin Türünü Belirleyen Şey Uyaranın Kendisi Değil, Kişinin Ona Atfettiği Anlamdır. İnsanlar ‘UYARANA’ Değil, Uyaranın Kendi Yorumlarına Göre Tepki Verirler.
  Bunu daha net açıklamak için, bir dövüş sanatları eğitimi aldığınızı ve eğitmenin her seansın sonunda birkaç tur koşmanızı istediğini hayal edin!
  Bu hareketi; dayanıklılığı artırma ve yarışa hazırlanma bağlamında yorumlarsanız, koşmak zor olsa bile, ilerlemenin bir parçası olarak gördüğünüz için bunu memnuniyetle yaparsınız.
  Eğer aynı davranışı ceza olarak görür ve bunu hak ettiğinizi düşünürseniz, rahatsızlık duyarak koşarsınız ve kendinizi suçlayabilirsiniz.
  Ancak cezanın haksız olduğunu düşünüyorsanız, muhtemelen protesto eder veya yapmayı reddedersiniz.
              Tüm bu durumlarda fark, öğretmenin eyleminin kendisinde değil, ona yüklediğiniz anlamdadır. Anlamın kendisi bir fikirdir ve insan eylemi bu tür fikirlere dayanır. Bu fikirleri anlamadan, insan davranışını açıklamak ve analiz etmek mümkün değildir.
              İnsanı koşullandırılmış bir varlığa indirgemek yalnızca teorik bir hata değil, aynı zamanda "Sosyal Mühendislik" için entelektüel bir temel de sağlar. Bu kavram planlama ve organizasyonu da temsil eder.
              Sosyal mühendislik, Sovyetler Birliği'ndeki ‘Sosyalist İnsan’ yaratma çabalarından Mao'nun Çin'indeki kültürel yeniden yapılanma projelerine kadar, sosyalist devletlerde büyük insani felaketlere yol açtı.
              Bu programlar, uyaranlar ve çevre partinin modeline göre düzenlenirse, insanın sosyalist teorisyenlerin öngördüğü tepkileri kaçınılmaz olarak göstereceği varsayımına dayanıyordu. Eğer bu gerçekleşmezse, istenen tepkiyi göstermeyen insanlar ‘İstenmeyen Unsurlar’ olarak tanımlanıyordu.
  Ancak tarih, insan fikirlerinin ve zihinsel anlamlarının tamamen mühendislik ürünü olmadığını ve tamamen dış uyaranlara da tabi olmadığını kanıtlamıştır.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.