Abdulbasıt BARIK
Köşe Yazarı
Abdulbasıt BARIK
 

MUHARREM AYI VE HAKKIN DİRENİŞİ

Tam 1447 yıl önceydi... Bir yiğit, zalime başkaldırdı. Biliyordu ki, zulme ve haksızlığa birisi "dur" demeliydi. Ve 72 kişi bu çağrıya uyarak "dur" dedi. Müslümanlar arasındaki ayrılıklar çok önceleri başlamıştı, tefrikalar derine inmişti. Ancak bu yas, bu acı, 10 Muharrem günü, yani Aşura'da  zirveye ulaştı. İşte tam burada başladı. Ona, "Ne olursun gitme, kurbanın olayım gitme!" diye yalvardılar. Kimisi mektuplar yazdı, kimisi bizzat gelerek onu durdurmaya çalıştı. Ama cevabı netti: "Dedem beni çağırıyor, ben rüyamda onu gördüm." Gördüğü rüyayı kimseye anlatmadı. Şehadete yürümeyi açıklamanın tek izahı aşk… Bunu ancak "aşk" ile anlayabiliriz. Aşk olmasaydı tarih, bu kadar kahraman, bu kadar önder, bu kadar fedakâr ve kendine bu kadar hayranlık toplayabilen insanları ortaya çıkarabilir miydi hiç? Aşkına bağlı insanlar tarihte daima örnek olarak kalmışlardır. Gitmeliydi. Çünkü Müslümanlara bir "baş" gerekiyordu. Gitmeliydi, çünkü Müslümanların başına zalim bir yönetici geçmişti. Gitmeliydi, çünkü o bir "âşık"tı. Gitmeliydi, çünkü hak ayaklar altına alınmıştı. Gitmeliydi, çünkü zalim halka zulmediyor, yöneticiler halkın hakkını yiyordu. Gitmeliydi, çünkü dedesi onu çağırıyordu… Ve Kerbela Yolculuğu.. 72 kişilik kafile Kûfe'ye doğru yola çıktı. Ona, "Kûfe'ye gitme, dendi.Çünkü  onlardan bazıları kalpleri seninle olsa da kılıçları Yezid'le beraber" denilmişti. Ama o, hakkın yerini bulması için gitmeliydi. İmam Hüseyin'in yola çıktığını haber alan Yezid, Kûfe'ye emir gönderdi: "Onların yollarını kesin!" İmam ve 71 kişi Kerbela'ya ulaştığında, karşılarında 3 bin kişilik "İslam" ordusu yollarını kesti. Yanı başlarında Fırat Nehri, çevrelerinde 3 bin asker... Ve o gün, insanlık tarihinin kendisinde özetleneceği gün oldu.  Aynen Adem oğullarının Habil ve Kabil'in temsil ettiği "müstekbir" (zalim) ve "mustazaf" (mazlum) rolünün sergileneceği gündü. Zalim pes etmiyordu. Hazmedemiyordu, buna inanmak istemiyordu. Ne de olsa yenilen pehlivan güreşe doymazdı. O gün, hakkın en parlak, en muhteşem, batılın ise en karanlık olacağı gündü. 3 bin kişilik bir orduya karşı, yarısı kadın ve çocuk, hatta altı aylık, bir yıllık bebeklerden oluşan 72 kişiye karşı savaş açmıştı. Kimler kimlere karşı savaşıyordu?  Asıl olan savaşta bile "Savaşın da bir namusu olmalıydı." Aşura Günü ve Şehadet O gün, bir matem günüydü. 72 kişi, kocaman Fırat Nehri yanı başlarında akarken, bir yudum suya hasret gittiler. Çünkü suya gitmeye çalışanı vuruyorlardı. Çadırda altı aylık Ali'nin benzi susuzluktan solmuştu. Bir yiğit nehre kadar gidip su doldurmuş; ancak onu da şehit ettiler. Halbuki İslam, "Harb ve mücadelenin  de namusu olduğunu öğretmişti." Sonuç ne yazık peygamber torunu İmam Hüseyin şehit oldu! Ama şehadeti Müslümanlara bir model sunabilmişse o zaman boşuna ölmemiştir, değmiştir, onun mücadelesi hedefine ulaşabilmiştir. Tarih boyunca yapılan ve kıyamete kadar da sürecek olan bütün mücadeleler … Ya Akide; iman için, din için, maneviyat için, Ya Kabile; üstünlük için, soy için, ırk için, milliyetçilik için ya Ganimet; ganimet için, para için, servet için, mal için, makam içindir. Evet, Hz. Hüseyinler “akideyi temsil eder, Yezitler  ise kabileyi temsil ederler Eğer tercihimiz haktan ve hakikatten yana yaparsak bizimde Hüseyin’in şahadetinden bir payınız olur. Yok, eğer bâtıldan yana yaparsak, nasibip Yezidîlerin nasiplerinden olacaktır elbet. Yezid tarihte kaldı, Hüseyin de  tarihte kaldı; ama Yezidlik tarihte kalmadı, yiğitlik te tarihte kalmadı. İsmail heniyye,Yahya Sinvar şeyh Ahmet yasin vd. Ebu Cehil ölür ama Ebu Cehillik ölmez; Firavun ölür ama Firavunluk ölmez;  İbrahim ölür ama İbrahim’i duruş hiçbir zaman ölmez… Tüm Müslümanların ve Mustazafların  muharrem ayını bu vesile ile kutluyor ve yeni uyanışlara kapılar aralamasını Rabbimden niyaz ediyorum…  
Ekleme Tarihi: 07 July 2025 - Monday

MUHARREM AYI VE HAKKIN DİRENİŞİ

Tam 1447 yıl önceydi... Bir yiğit, zalime başkaldırdı. Biliyordu ki, zulme ve haksızlığa birisi "dur" demeliydi. Ve 72 kişi bu çağrıya uyarak "dur" dedi. Müslümanlar arasındaki ayrılıklar çok önceleri başlamıştı, tefrikalar derine inmişti. Ancak bu yas, bu acı, 10 Muharrem günü, yani Aşura'da  zirveye ulaştı. İşte tam burada başladı. Ona, "Ne olursun gitme, kurbanın olayım gitme!" diye yalvardılar. Kimisi mektuplar yazdı, kimisi bizzat gelerek onu durdurmaya çalıştı. Ama cevabı netti: "Dedem beni çağırıyor, ben rüyamda onu gördüm." Gördüğü rüyayı kimseye anlatmadı.

Şehadete yürümeyi açıklamanın tek izahı aşk…

Bunu ancak "aşk" ile anlayabiliriz. Aşk olmasaydı tarih, bu kadar kahraman, bu kadar önder, bu kadar fedakâr ve kendine bu kadar hayranlık toplayabilen insanları ortaya çıkarabilir miydi hiç? Aşkına bağlı insanlar tarihte daima örnek olarak kalmışlardır.

Gitmeliydi. Çünkü Müslümanlara bir "baş" gerekiyordu. Gitmeliydi, çünkü Müslümanların başına zalim bir yönetici geçmişti. Gitmeliydi, çünkü o bir "âşık"tı. Gitmeliydi, çünkü hak ayaklar altına alınmıştı. Gitmeliydi, çünkü zalim halka zulmediyor, yöneticiler halkın hakkını yiyordu. Gitmeliydi, çünkü dedesi onu çağırıyordu…

Ve Kerbela Yolculuğu..

72 kişilik kafile Kûfe'ye doğru yola çıktı. Ona, "Kûfe'ye gitme, dendi.Çünkü  onlardan bazıları kalpleri seninle olsa da kılıçları Yezid'le beraber" denilmişti. Ama o, hakkın yerini bulması için gitmeliydi. İmam Hüseyin'in yola çıktığını haber alan Yezid, Kûfe'ye emir gönderdi: "Onların yollarını kesin!"

İmam ve 71 kişi Kerbela'ya ulaştığında, karşılarında 3 bin kişilik "İslam" ordusu yollarını kesti. Yanı başlarında Fırat Nehri, çevrelerinde 3 bin asker... Ve o gün, insanlık tarihinin kendisinde özetleneceği gün oldu.  Aynen Adem oğullarının Habil ve Kabil'in temsil ettiği "müstekbir" (zalim) ve "mustazaf" (mazlum) rolünün sergileneceği gündü.

Zalim pes etmiyordu. Hazmedemiyordu, buna inanmak istemiyordu. Ne de olsa yenilen pehlivan güreşe doymazdı. O gün, hakkın en parlak, en muhteşem, batılın ise en karanlık olacağı gündü. 3 bin kişilik bir orduya karşı, yarısı kadın ve çocuk, hatta altı aylık, bir yıllık bebeklerden oluşan 72 kişiye karşı savaş açmıştı. Kimler kimlere karşı savaşıyordu?  Asıl olan savaşta bile "Savaşın da bir namusu olmalıydı."

Aşura Günü ve Şehadet

O gün, bir matem günüydü. 72 kişi, kocaman Fırat Nehri yanı başlarında akarken, bir yudum suya hasret gittiler. Çünkü suya gitmeye çalışanı vuruyorlardı. Çadırda altı aylık Ali'nin benzi susuzluktan solmuştu. Bir yiğit nehre kadar gidip su doldurmuş; ancak onu da şehit ettiler. Halbuki İslam, "Harb ve mücadelenin  de namusu olduğunu öğretmişti."

Sonuç ne yazık peygamber torunu İmam Hüseyin şehit oldu! Ama şehadeti Müslümanlara

bir model sunabilmişse o zaman boşuna ölmemiştir, değmiştir, onun mücadelesi hedefine ulaşabilmiştir.

Tarih boyunca yapılan ve kıyamete kadar da sürecek olan bütün mücadeleler … Ya Akide; iman için, din için, maneviyat için, Ya Kabile; üstünlük için, soy için, ırk için, milliyetçilik için ya Ganimet; ganimet için, para için, servet için, mal için, makam içindir.

Evet, Hz. Hüseyinler “akideyi temsil eder, Yezitler  ise kabileyi temsil ederler

Eğer tercihimiz haktan ve hakikatten yana yaparsak bizimde Hüseyin’in şahadetinden bir payınız olur. Yok, eğer bâtıldan yana yaparsak, nasibip Yezidîlerin nasiplerinden olacaktır elbet.

Yezid tarihte kaldı, Hüseyin de  tarihte kaldı; ama Yezidlik tarihte kalmadı, yiğitlik te tarihte kalmadı. İsmail heniyye,Yahya Sinvar şeyh Ahmet yasin vd.

Ebu Cehil ölür ama Ebu Cehillik ölmez; Firavun ölür ama Firavunluk ölmez;  İbrahim ölür ama İbrahim’i duruş hiçbir zaman ölmez…

Tüm Müslümanların ve Mustazafların  muharrem ayını bu vesile ile kutluyor ve yeni uyanışlara kapılar aralamasını Rabbimden niyaz ediyorum…

 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.