DEDAŞ
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

10 Kasım kimliklerin netleştiği gün

Her 10 Kasım; bizde olmayan her şeyin yaşatıldığı, itiraz edenlerin susturulduğu günler olmaya devam ediyor. Demokrasi deyip duranlar kendilerinin dışındakine hayat hakkı tanımayan, bir söz hakkı dahi vermeyen, hiçbir şeyi düşünmeyen/düşündürtmeyen, insanlara sürü muamelesi yapan zihniyet, değişmiyor.  Her 10 Kasım’da bu zihniyet, çaldırdığı sirenlerle hayatı durdurmaya çalışmasıyla, ülkeyi ve insanlarını cehalet dönemine götürüyor. Şu iktidar döneminde (sebepleri ne olursa olsun) laisizmin, sekülerizmin hâkim olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Her kesim; Atatürk kutsaması ve tabulaştırması yapıyor. Kemalizm, din katına yükseltildi. Anıtkabir tapınak gibi gösterilmeye çalışılıyor. Kemalizm, seküler bir dine dönüştürülmek isteniyor.  İslâm sadece bireysel bir inanç olarak gördürüldü. Kur’an-ı Kerim’in reddettiği din algısı, ‘din’ haline getirildi. Aydınlarımızın ifadesiyle bu yapılanlar ‘kültürel inkâr’dır. Dinde olmayan uygulamalarla ‘İslâm’ın karşı karşıya getirmesine toplum alıştırıldı. Anormaller normalleşti. İslâmî kimlik de yok edilme sürecine sokuldu.  Ülkedeki güç ve çıkar odakları güçlerini ve menfaatlerini pekiştirdi. Kimsenin kimseye tahammülü kalmadı. Herkes birbirini susturmakla meşgul. 10 Kasım’ları bile konuşmadan, sadece tartışılmaz dogma hâline getirerek normal gün olmaktan çıkardık.  Şunu herkese hatırlatmamız lazım: Sirenlerle kısmak istenilse de ölümün sesi bütün seslerin üstündedir. Ölüm; sessiz çığlıktır. Hayatı ancak veren durdurabilir. O’ndan başka da hayatı durduracak kimse yoktur. Zira hayatı da ölümü de O yarattı. Ölen ölmüştür. İnansanız da inanmasanız da hakikat bu. Ne yaparsanız yapın, hayatı durduramazsınız. O hayatı siz vermediniz.  Hayatı ancak onu yaratan durdurabilir. Ezelî ve ebedî olan yalnız Allah’tır. Sizi yaratan, yaşatan, rızkınızı veren de alan da O’dur.  Hayatı durdurmak istiyorsan sirenlere uyma yerine seni huzuruna çağıran, o büyük buluşmanın vesilesi ezanın davetine icabet ederek Rabbinin huzuruna çıkarak hayatı durduracaksın. Büstlere eğilme, saygı duruşunda bulunma yerine yalnız ve yalnız Allah’ın huzurunda eğileceksin. Sadece ve sadece O’na kulluk edeceksin. Değişik şekillerde taptığı, tapma yerine koyduklarının hepsini unutup yaratan Allah’ı unutmayacaksın. Sen O’nu unutursan O’da seni unutur. Veren de O, alan da O.   Bu ülkenin enerjisini, gücünü, dinamizmini yok etmek isteyen şer güçler, toplumda yapay gündemler oluşturdu. (Hem din istirmarcıları, hem de Atatürk istirmacıları.) ‘Müslümanım’ demek kolay, fakat tasavvurumuzu, aklımızı, şahsiyetimizi Müslüman etmek zordur. Bazıları, İslâm’sız bir Türkiye hayal ettikleri için önemli günleri, hayallerini gerçekleştirmede çok iyi kullanıyorlar. Kullandıkları insanlar; kullanıldıklarının farkında değiller. Zihni işgalden, başına ne geldiğini bilememe felaketini yaşıyoruz/yaşatıyorlar. Bu sun’î (yapay) gündemin basitlikleri çok önemli mesele haline getirilerek toplum meşgul edildi/ediliyor. Öyle ki dindar, muhafazakâr kitle bile yapılanları ayıramayacak kadar uyuşturuldu. Herkes dilediği kutsala ibadet edebilir, bir ölüyü diri yerine koyup ona derdini, problemlerini anlatabilir. Ancaaak bunu kabul etmeyenlere bu dayatma, bu psikolojik baskı, bu tecrit etme, bu aşağılama da neyin nesi? Hani demokrasi tahammül rejimiydi? Anıtkabir ziyaretine normal bir kabir ziyareti diyebilir misiniz? Biraz tarih bilenler, biraz geçmiş kavimlerin hallerini değerlendirenler, bu yapılanların tamamen cehalet döneminin değişik bir versiyonu olduğunu kabul ederler. Şahısların tabulaştırılması ve ortak payda olarak görülmelerinden kurtarılması gerekiyor. Bu toplumu birbirine kenetleyen İslâm konusunda, İslâmî kimlik ve değerlerimiz hususunda yaşasın/yaşamasın daha dikkatli, titiz, itinalı, (özenli), saygılı davranarak dillerinden düşürmedikleri ‘demokrasi’nin gereğini yapmaları şarttır. Geldiğimiz noktada, gerek muhafazakâr/demokrat partililerin, gerekse cemaatlerin, diğer İslâmî oluşumların ‘dünyevileşme hastalığı’na bulaşmaları, yaşadıkları gibi inanmaya başlamaları, toplumu riyakârlığı huy edinmiş bir toplum haline getirdi.   Kemalizm’in tartışmasız şirk içeren ritüellerine karşı sessiz kalan dahası bunları normalleştirip toplumsallaşmasına vesile olan milliyetçi, muhafazakâr, dindar olarak bilinenlerin hali ortada. Geçmişte Kemalizm ve şirk kültürüne dayalı ritüeller; sol-Kemalistlerle İslamcılar arasında tartışılırdı. İşin acı tarafı artık bu tartışmayı kendi içimizde veriyoruz. Kazanım olarak ifade edilen hususların çarçur edildiği günleri yaşıyoruz. Türkiye’de değişmeyen/değiştirilmeyen tek şey Kemalizm’dir.  Milletin umudu 20 senelik iktidarda olan Ak Parti’dir.  Şimdiyse Cumhur ittifakıdır.  Böyle olduğu halde 10 Kasım’larda yapılanları sineye çekiş, ses çıkarmayıp teşvik ediş son derece yıpratıcı, milletin gönül dünyasından düşüş olmuştur. Bu necip millet imanı için yaşamış, bütün zaferleri imanı sayesinde kazanmıştır. Tek adam’la olmamıştır. Hele kendi tarihini gömen, yaptığı/yaptırdığı inkılaplarla hayat tarzını değiştirenlerle olmaz. Vatanı bize emanet eden ecdada söven, dışarı atan, kendisini getiren Batı’ya uşaklık ettirenlerle hiç olmaz.  Köklerimizle olan bağlarımızı koparan, Halifeliği kaldıran, bütün medreselerle, tekkeleri dergâhları kapatan, Yahudi şapkasını mecbur eden, bin yıllık alfabesini kaldıran, fethin sembolü Ayasofya’yı camilikten çıkarıp müzeye çeviren, ezanın aslına uygun okunmasını yasaklayıp değiştirerek okutan, İstiklâl Mahkemeleri’ni kurdurarak binlerce insanı katleden kim?   Bu ve benzeri sorulara vereceğiniz tek cevap, tek adam, bu milletin ortak değeri olamaz/olmamalı. Anmalara, 10 Kasım ‘yas/matem’ adı altında yapılanlara alışmamalı gereken tavır (uygun şekillerde tepki olarak) gösterilmeli.  Camilerde bayrağımızla birlikte portreler, bunların ibadetlerimize karıştırılması, ibadet mekanı olan camilerin adeta camilikten çıkarılması bana İbrahim suresinin 35. Ayetini hatırlattı.   Hani bir zaman İbrahim şöyle demişti: “Ey Rabbim bu beldeyi (ve bölgeyi) güvenli (ve bereketli) kıl, beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten (ve tağuti düzenlerin peşine gitmekten) uzak tut. (Zira hidayet Sendendir.)” Çeşitli putlar vardır. Bunların hepsi insanı Hak’tan uzaklaştırır. Para, makam mevki, şan şöhret, arzu ve istekler, vb. Özgürlüğün de Allah’a kullukla başladığının göstergesi.  Şu halde gerçek tevhide erebilmek için bunların hepsinden uzaklaşmak lâzımdır. Buna göre âyet önemli bir psikolojik gerçeğe işaret etmektedir. Zira insan davranışlarının temeli, onun ruhsal yapısındaki psikolojik eğilimlerdir. Bu eğilimlerin oluşmasında insanın yaratılıştan sahip olduğu karakter yapısının yanında geniş anlamıyla eğitim öğretimin de tesiri vardır. Dinî inanç ve telakkilerle ahlâkî erdemler yahut erdemsizlikler de psikolojik eğilimlerin oluşması ve gelişmesinde iyi veya kötü yönde tesir eder.  Bu durumda doğru yol, Allah’ın hükümleri çerçevesinde doğru bir eğitimden geçmiş; ruhî ve ahlâkî melekeleri, duygu ve düşünceleri, inanç, irade ve ahlâkı Allah’ın rızasına uygun bir çizgide oluşmuş insanların tuttuğu yoldur.  Sonuçta kullarının durumunu, yani -özellikle ebedî kurtuluş bakımından- kimin iyi yolda, kimin kötü yolda olduğunu en iyi Allah bilir. Onun için insanın temel kaygısı Allah’ın rızasına uygun yaşamak, O’nun doğru diye tanımladığı yoldan gitmek olmalıdır. (devam edeceğim İnşallah…)
Ekleme Tarihi: 14 Kasım 2022 - Pazartesi

10 Kasım kimliklerin netleştiği gün

Her 10 Kasım; bizde olmayan her şeyin yaşatıldığı, itiraz edenlerin susturulduğu günler olmaya devam ediyor. Demokrasi deyip duranlar kendilerinin dışındakine hayat hakkı tanımayan, bir söz hakkı dahi vermeyen, hiçbir şeyi düşünmeyen/düşündürtmeyen, insanlara sürü muamelesi yapan zihniyet, değişmiyor. 

Her 10 Kasım’da bu zihniyet, çaldırdığı sirenlerle hayatı durdurmaya çalışmasıyla, ülkeyi ve insanlarını cehalet dönemine götürüyor. Şu iktidar döneminde (sebepleri ne olursa olsun) laisizmin, sekülerizmin hâkim olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Her kesim; Atatürk kutsaması ve tabulaştırması yapıyor. Kemalizm, din katına yükseltildi. Anıtkabir tapınak gibi gösterilmeye çalışılıyor. Kemalizm, seküler bir dine dönüştürülmek isteniyor. 

İslâm sadece bireysel bir inanç olarak gördürüldü. Kur’an-ı Kerim’in reddettiği din algısı, ‘din’ haline getirildi. Aydınlarımızın ifadesiyle bu yapılanlar ‘kültürel inkâr’dır. Dinde olmayan uygulamalarla ‘İslâm’ın karşı karşıya getirmesine toplum alıştırıldı. Anormaller normalleşti. İslâmî kimlik de yok edilme sürecine sokuldu. 

Ülkedeki güç ve çıkar odakları güçlerini ve menfaatlerini pekiştirdi. Kimsenin kimseye tahammülü kalmadı. Herkes birbirini susturmakla meşgul. 10 Kasım’ları bile konuşmadan, sadece tartışılmaz dogma hâline getirerek normal gün olmaktan çıkardık. 

Şunu herkese hatırlatmamız lazım: Sirenlerle kısmak istenilse de ölümün sesi bütün seslerin üstündedir. Ölüm; sessiz çığlıktır. Hayatı ancak veren durdurabilir. O’ndan başka da hayatı durduracak kimse yoktur. Zira hayatı da ölümü de O yarattı. Ölen ölmüştür. İnansanız da inanmasanız da hakikat bu. Ne yaparsanız yapın, hayatı durduramazsınız. O hayatı siz vermediniz. 

Hayatı ancak onu yaratan durdurabilir. Ezelî ve ebedî olan yalnız Allah’tır. Sizi yaratan, yaşatan, rızkınızı veren de alan da O’dur. 

Hayatı durdurmak istiyorsan sirenlere uyma yerine seni huzuruna çağıran, o büyük buluşmanın vesilesi ezanın davetine icabet ederek Rabbinin huzuruna çıkarak hayatı durduracaksın. Büstlere eğilme, saygı duruşunda bulunma yerine yalnız ve yalnız Allah’ın huzurunda eğileceksin. Sadece ve sadece O’na kulluk edeceksin. Değişik şekillerde taptığı, tapma yerine koyduklarının hepsini unutup yaratan Allah’ı unutmayacaksın. Sen O’nu unutursan O’da seni unutur. Veren de O, alan da O.  

Bu ülkenin enerjisini, gücünü, dinamizmini yok etmek isteyen şer güçler, toplumda yapay gündemler oluşturdu. (Hem din istirmarcıları, hem de Atatürk istirmacıları.) ‘Müslümanım’ demek kolay, fakat tasavvurumuzu, aklımızı, şahsiyetimizi Müslüman etmek zordur. Bazıları, İslâm’sız bir Türkiye hayal ettikleri için önemli günleri, hayallerini gerçekleştirmede çok iyi kullanıyorlar. Kullandıkları insanlar; kullanıldıklarının farkında değiller. Zihni işgalden, başına ne geldiğini bilememe felaketini yaşıyoruz/yaşatıyorlar. Bu sun’î (yapay) gündemin basitlikleri çok önemli mesele haline getirilerek toplum meşgul edildi/ediliyor. Öyle ki dindar, muhafazakâr kitle bile yapılanları ayıramayacak kadar uyuşturuldu. Herkes dilediği kutsala ibadet edebilir, bir ölüyü diri yerine koyup ona derdini, problemlerini anlatabilir. Ancaaak bunu kabul etmeyenlere bu dayatma, bu psikolojik baskı, bu tecrit etme, bu aşağılama da neyin nesi? Hani demokrasi tahammül rejimiydi? Anıtkabir ziyaretine normal bir kabir ziyareti diyebilir misiniz? Biraz tarih bilenler, biraz geçmiş kavimlerin hallerini değerlendirenler, bu yapılanların tamamen cehalet döneminin değişik bir versiyonu olduğunu kabul ederler. Şahısların tabulaştırılması ve ortak payda olarak görülmelerinden kurtarılması gerekiyor. Bu toplumu birbirine kenetleyen İslâm konusunda, İslâmî kimlik ve değerlerimiz hususunda yaşasın/yaşamasın daha dikkatli, titiz, itinalı, (özenli), saygılı davranarak dillerinden düşürmedikleri ‘demokrasi’nin gereğini yapmaları şarttır. Geldiğimiz noktada, gerek muhafazakâr/demokrat partililerin, gerekse cemaatlerin, diğer İslâmî oluşumların ‘dünyevileşme hastalığı’na bulaşmaları, yaşadıkları gibi inanmaya başlamaları, toplumu riyakârlığı huy edinmiş bir toplum haline getirdi.  

Kemalizm’in tartışmasız şirk içeren ritüellerine karşı sessiz kalan dahası bunları normalleştirip toplumsallaşmasına vesile olan milliyetçi, muhafazakâr, dindar olarak bilinenlerin hali ortada. Geçmişte Kemalizm ve şirk kültürüne dayalı ritüeller; sol-Kemalistlerle İslamcılar arasında tartışılırdı. İşin acı tarafı artık bu tartışmayı kendi içimizde veriyoruz. Kazanım olarak ifade edilen hususların çarçur edildiği günleri yaşıyoruz. Türkiye’de değişmeyen/değiştirilmeyen tek şey Kemalizm’dir. 

Milletin umudu 20 senelik iktidarda olan Ak Parti’dir. 

Şimdiyse Cumhur ittifakıdır. 

Böyle olduğu halde 10 Kasım’larda yapılanları sineye çekiş, ses çıkarmayıp teşvik ediş son derece yıpratıcı, milletin gönül dünyasından düşüş olmuştur. Bu necip millet imanı için yaşamış, bütün zaferleri imanı sayesinde kazanmıştır. Tek adam’la olmamıştır. Hele kendi tarihini gömen, yaptığı/yaptırdığı inkılaplarla hayat tarzını değiştirenlerle olmaz. Vatanı bize emanet eden ecdada söven, dışarı atan, kendisini getiren Batı’ya uşaklık ettirenlerle hiç olmaz. 

Köklerimizle olan bağlarımızı koparan, Halifeliği kaldıran, bütün medreselerle, tekkeleri dergâhları kapatan, Yahudi şapkasını mecbur eden, bin yıllık alfabesini kaldıran, fethin sembolü Ayasofya’yı camilikten çıkarıp müzeye çeviren, ezanın aslına uygun okunmasını yasaklayıp değiştirerek okutan, İstiklâl Mahkemeleri’ni kurdurarak binlerce insanı katleden kim?  

Bu ve benzeri sorulara vereceğiniz tek cevap, tek adam, bu milletin ortak değeri olamaz/olmamalı. Anmalara, 10 Kasım ‘yas/matem’ adı altında yapılanlara alışmamalı gereken tavır (uygun şekillerde tepki olarak) gösterilmeli. 

Camilerde bayrağımızla birlikte portreler, bunların ibadetlerimize karıştırılması, ibadet mekanı olan camilerin adeta camilikten çıkarılması bana İbrahim suresinin 35. Ayetini hatırlattı.  

Hani bir zaman İbrahim şöyle demişti: “Ey Rabbim bu beldeyi (ve bölgeyi) güvenli (ve bereketli) kıl, beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten (ve tağuti düzenlerin peşine gitmekten) uzak tut. (Zira hidayet Sendendir.)” Çeşitli putlar vardır. Bunların hepsi insanı Hak’tan uzaklaştırır. Para, makam mevki, şan şöhret, arzu ve istekler, vb. Özgürlüğün de Allah’a kullukla başladığının göstergesi. 

Şu halde gerçek tevhide erebilmek için bunların hepsinden uzaklaşmak lâzımdır. Buna göre âyet önemli bir psikolojik gerçeğe işaret etmektedir. Zira insan davranışlarının temeli, onun ruhsal yapısındaki psikolojik eğilimlerdir. Bu eğilimlerin oluşmasında insanın yaratılıştan sahip olduğu karakter yapısının yanında geniş anlamıyla eğitim öğretimin de tesiri vardır. Dinî inanç ve telakkilerle ahlâkî erdemler yahut erdemsizlikler de psikolojik eğilimlerin oluşması ve gelişmesinde iyi veya kötü yönde tesir eder. 

Bu durumda doğru yol, Allah’ın hükümleri çerçevesinde doğru bir eğitimden geçmiş; ruhî ve ahlâkî melekeleri, duygu ve düşünceleri, inanç, irade ve ahlâkı Allah’ın rızasına uygun bir çizgide oluşmuş insanların tuttuğu yoldur. 

Sonuçta kullarının durumunu, yani -özellikle ebedî kurtuluş bakımından- kimin iyi yolda, kimin kötü yolda olduğunu en iyi Allah bilir. Onun için insanın temel kaygısı Allah’ın rızasına uygun yaşamak, O’nun doğru diye tanımladığı yoldan gitmek olmalıdır. (devam edeceğim İnşallah…)

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.