DEDAŞ
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Depremler ve düşündürdükleri

İnsanlar kaçtıkları, görmezden, bilmezden geldikleri, adını dahi hatırlamak istemedikleri ölümün can acıtıcı yönünü gördüler, ölümün soğuk soluğunu ense köklerinde hissettiler. Tabii felaket eşliğinde. Her olayın, sebepler dünyasında bir açıklaması vardır elbet. Çarpık yapılaşma, denetimsizlik, sorumsuzluk, müteahhit hataları vs. vs. Bunlar hep dar açıdan bakınca ilk etapta göze çarpan ikincil sebepler. Bu sebepleri fazla ciddiye alanlara, Japonya’da yaşanan depremleri hatırlatırım. O depremlerde; Japonlar en şiddetli depreme dahi dayanıklı iddiasıyla övündükleri binaların ve yolların karton kuleler gibi nasıl dürüldükçe dürüldüklerini, hallaç pamuğu gibi atıldıklarını hatırlatırım. Kendi güç ve tedbirine güvenip 9, 10 şiddetinde depreme dahi dayanıklı bina yapanların yaptıkları binaların acıklı durumunu görünce (hatalarından kaynaklandığından olduğunu, yaratıcı gücün müdahil olmasını unutmalarından intihar etmeleri gibi derslik ve ibretlik olayları) hiç unutamam. Tabii, olayların arkasında yatan metafizik gerekçeleri görmek istemeyen akl-ı evvellerin ona da bir gerekçe bulmakta gecikmemeleri hüzünle düşündürdü beni.  İnsanımızın bu hale düşmesi/düşürülmesi. Kendi kutsalları/mukaddesleri yerine konan ‘izm’ler. Sekülerizm, Kemalizm, laiklik, demokrasi, uygarlık, Batıcılık, vs.  Toplum sekülerleştikçe, manevî duyarlıkları aşınıyor, kanaatkârlık, fedakârlık, paylaşma, komşuluk, yardımseverlik gibi güzel hasletlerimiz kayboluyor. Böylelikle kanaatkârlığın yerini; çıkarcılığın, fedakârlığın yerini bencilliğin, paylaşmanın, komşuluğun, yardımseverliğin yerini bireyselleşmenin, ben-merkezciliğin, vurdumduymazlığın, duyarsızlaşmanın, merhametsizleşmenin alması kolaylaşıyor. Bizi bin küsur yıldır kardeş kılan, bizim bütün zorluklara topyekûn göğüs gerebilmemizi sağlayan değerlerimizi kaybetmeyelim/kaybettirmeyelim. Kaybedersek; ailenin, sosyal yapının ve değerlerle bezenmiş dokumuzun yıpranmasıyla sonuçlanır. Değerlerimiz, bu toplumun her türlü zorluğa göğüs gerebilmesini mümkün kılan ruhunu, ruh köklerini diri tutar. Maddî depremleri göğüslüyoruz ama manevî depremler daha fazla yıkıma yol açıyor. Bu yıkımda, rehavet, konfor, modernleşme uyuşmasından/uyuşturulmasından oluşuyor. Biz millet olarak bu ümmetin ve insanlığın manevî dinamikleri en güçlü toplumuz dünyada. Deprem (zelzele) tam bir kıyamet provasıdır. Kur’an-ı Kerim’de “O gün, kişi kaçar kardeşinden, annesinden ve babasından...” denilen günün. “Beşikteki bebelerin saçlarını ağartan” diye nitelendirilen gün. Nereye kaçmalı? Kime sığınmalı, dayanmalı, güvenmeli? Güveneceklerinizin de güvene muhtaç olduğu bir gün. Sığınacaklarınızın da sığınacak delik aradıkları bir gün. Kendilerini dayanak olarak lanse edenlerin dayanacak yer aradıkları gün. Kitap gibi dürülmüş binaları, çaresizlik içinde kıvranan insanları görüyorum. ‘Düzce Depremi’ndeki ‘İslâm ve insanlık kardeşliği’ni görüp kıyaslayınca hidayetten uzak olanlara dua ediyorum.  Ders ve ibret nazarıyla; Türk Devleti’nin düşmanlarına uşaklık yapan medyanın “Allah” dememeye yeminli tuzu kuru haber merkezlerinin, insanların acılarıyla nasıl dalga geçtiklerini, Batı’nın emri için nasıl yarıştıklarını hep birlikte ibretle ve iğrenerek izliyor, kalpleri mühürlü olanların ne hallere düştüğünü, izahları ‘pozitivizm’le yapıp kendi değerlerinden nasipsizlerin Allah dememeye yeminli medyanın durumları.  O bölgede canla başla çalışıp depremzedelerin yaralarını sarmaya çalışan gönüllü yardım ekipleri, vakıflar, devletin kendilerine açtığı soğuk savaşa daha fazla dayanamayıp bölgeyi terk etmişlerdi. Şimdi bu insan türüyle bu medya depremden daha küçük musibet midir Allah aşkına? Batasıca Batı’nın devlet adamları bile “Düzce için dua edelim” diye demeç veriyor. Vakıfları, gönüllü kültür teşekküllerini boğmaya kalkanlar, şimdi anlıyorlar mı bu ülkeye ne büyük kötülük yaptıklarını? Ahlaki davranışı Laisizm, Kemalizm gibi seküler ideolojiler değil, ancak din kazandırabilir. Gönül dostlarım, tevbe ve istiğfar etmenin tam zamanı. Allah’ın korumadığını kim koruyabilir ki? Ve Allah’ın koruduğuna kim ilişebilir ki?  “Allah korusun!” diye başları sıkışınca Allah’a koşanlar, Allah’ın kendilerini koruması için kendilerine emanet ettiği değerleri ve öğretiyi korumuşlar mıdır? Korunmayı hak ettik mi yani? Allah’ın “rahmet ve şefkat” prensibi, dilerim ki O’nun değerlerine bir ömür saldırıp da başı sıkışınca “Allah korusun!” diyenleri de kapsar. Bunu gönülden dilerim; fakat Kitab’ında bildiriyor ki “zerre kadar hayır da, zerre kadar şer de karşılığını bulacaktır.”  O, suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmaz elbet; fakat yine de O’nun “rahmeti gazabını geçmiştir.” İşte bu yüzden biz O’nun kahrından lütfuna sığınıyoruz. Gazabından rahmetine sığınıyoruz. Celalinden cemaline sığınıyoruz. O’ndan yine O’na sığınıyoruz.  Kâinatta var olan her şeyi Allah yoktan yaratmıştır, O her an yaratmaktadır. Yaratılmış olarak gördüğümüz şeyler de, hatta bütün hücrelerimizle biz de her an devamlı (sürekli) yaratılmaktayız. Gördüğümüz, bildiğimiz ve hissettiğimiz hiçbir şey rastgele ve kör bir tesadüfün eseri değildir ve hiçbir şey sebepsiz değildir. Herkesin iki kelimelik duası: “Allah korusun!” Ben de ‘âmin’ derken sıfatlarını hatırladım Rabbimin.  Sadece Allah’ın varlığına ve uluhiyyetine değil, O’nun koruyup-gözeten, yaratıp-yok eden, yaşatıp-öldüren, yüceltip-alçaltan, lütuf ya da kahrıyla terbiye eden, ödüllendirip-cezalandıran vasıflarını bünyesinde toplayan rububiyyetine de inanan bir Mü’min olarak, bu duaya bütün yüreğimle “amin!” diyorum. 
Ekleme Tarihi: 28 Kasım 2022 - Pazartesi

Depremler ve düşündürdükleri

İnsanlar kaçtıkları, görmezden, bilmezden geldikleri, adını dahi hatırlamak istemedikleri ölümün can acıtıcı yönünü gördüler, ölümün soğuk soluğunu ense köklerinde hissettiler. Tabii felaket eşliğinde. Her olayın, sebepler dünyasında bir açıklaması vardır elbet. Çarpık yapılaşma, denetimsizlik, sorumsuzluk, müteahhit hataları vs. vs. Bunlar hep dar açıdan bakınca ilk etapta göze çarpan ikincil sebepler. Bu sebepleri fazla ciddiye alanlara, Japonya’da yaşanan depremleri hatırlatırım. O depremlerde; Japonlar en şiddetli depreme dahi dayanıklı iddiasıyla övündükleri binaların ve yolların karton kuleler gibi nasıl dürüldükçe dürüldüklerini, hallaç pamuğu gibi atıldıklarını hatırlatırım. Kendi güç ve tedbirine güvenip 9, 10 şiddetinde depreme dahi dayanıklı bina yapanların yaptıkları binaların acıklı durumunu görünce (hatalarından kaynaklandığından olduğunu, yaratıcı gücün müdahil olmasını unutmalarından intihar etmeleri gibi derslik ve ibretlik olayları) hiç unutamam. Tabii, olayların arkasında yatan metafizik gerekçeleri görmek istemeyen akl-ı evvellerin ona da bir gerekçe bulmakta gecikmemeleri hüzünle düşündürdü beni. 

İnsanımızın bu hale düşmesi/düşürülmesi. Kendi kutsalları/mukaddesleri yerine konan ‘izm’ler. Sekülerizm, Kemalizm, laiklik, demokrasi, uygarlık, Batıcılık, vs. 

Toplum sekülerleştikçe, manevî duyarlıkları aşınıyor, kanaatkârlık, fedakârlık, paylaşma, komşuluk, yardımseverlik gibi güzel hasletlerimiz kayboluyor. Böylelikle kanaatkârlığın yerini; çıkarcılığın, fedakârlığın yerini bencilliğin, paylaşmanın, komşuluğun, yardımseverliğin yerini bireyselleşmenin, ben-merkezciliğin, vurdumduymazlığın, duyarsızlaşmanın, merhametsizleşmenin alması kolaylaşıyor. Bizi bin küsur yıldır kardeş kılan, bizim bütün zorluklara topyekûn göğüs gerebilmemizi sağlayan değerlerimizi kaybetmeyelim/kaybettirmeyelim. Kaybedersek; ailenin, sosyal yapının ve değerlerle bezenmiş dokumuzun yıpranmasıyla sonuçlanır. Değerlerimiz, bu toplumun her türlü zorluğa göğüs gerebilmesini mümkün kılan ruhunu, ruh köklerini diri tutar. Maddî depremleri göğüslüyoruz ama manevî depremler daha fazla yıkıma yol açıyor. Bu yıkımda, rehavet, konfor, modernleşme uyuşmasından/uyuşturulmasından oluşuyor. Biz millet olarak bu ümmetin ve insanlığın manevî dinamikleri en güçlü toplumuz dünyada.

Deprem (zelzele) tam bir kıyamet provasıdır. Kur’an-ı Kerim’de “O gün, kişi kaçar kardeşinden, annesinden ve babasından...” denilen günün. “Beşikteki bebelerin saçlarını ağartan” diye nitelendirilen gün. Nereye kaçmalı? Kime sığınmalı, dayanmalı, güvenmeli? Güveneceklerinizin de güvene muhtaç olduğu bir gün. Sığınacaklarınızın da sığınacak delik aradıkları bir gün. Kendilerini dayanak olarak lanse edenlerin dayanacak yer aradıkları gün. Kitap gibi dürülmüş binaları, çaresizlik içinde kıvranan insanları görüyorum.

‘Düzce Depremi’ndeki ‘İslâm ve insanlık kardeşliği’ni görüp kıyaslayınca hidayetten uzak olanlara dua ediyorum. 

Ders ve ibret nazarıyla; Türk Devleti’nin düşmanlarına uşaklık yapan medyanın “Allah” dememeye yeminli tuzu kuru haber merkezlerinin, insanların acılarıyla nasıl dalga geçtiklerini, Batı’nın emri için nasıl yarıştıklarını hep birlikte ibretle ve iğrenerek izliyor, kalpleri mühürlü olanların ne hallere düştüğünü, izahları ‘pozitivizm’le yapıp kendi değerlerinden nasipsizlerin Allah dememeye yeminli medyanın durumları. 

O bölgede canla başla çalışıp depremzedelerin yaralarını sarmaya çalışan gönüllü yardım ekipleri, vakıflar, devletin kendilerine açtığı soğuk savaşa daha fazla dayanamayıp bölgeyi terk etmişlerdi. Şimdi bu insan türüyle bu medya depremden daha küçük musibet midir Allah aşkına? Batasıca Batı’nın devlet adamları bile “Düzce için dua edelim” diye demeç veriyor. Vakıfları, gönüllü kültür teşekküllerini boğmaya kalkanlar, şimdi anlıyorlar mı bu ülkeye ne büyük kötülük yaptıklarını? Ahlaki davranışı Laisizm, Kemalizm gibi seküler ideolojiler değil, ancak din kazandırabilir. Gönül dostlarım, tevbe ve istiğfar etmenin tam zamanı. Allah’ın korumadığını kim koruyabilir ki? Ve Allah’ın koruduğuna kim ilişebilir ki? 

“Allah korusun!” diye başları sıkışınca Allah’a koşanlar, Allah’ın kendilerini koruması için kendilerine emanet ettiği değerleri ve öğretiyi korumuşlar mıdır? Korunmayı hak ettik mi yani? Allah’ın “rahmet ve şefkat” prensibi, dilerim ki O’nun değerlerine bir ömür saldırıp da başı sıkışınca “Allah korusun!” diyenleri de kapsar. Bunu gönülden dilerim; fakat Kitab’ında bildiriyor ki “zerre kadar hayır da, zerre kadar şer de karşılığını bulacaktır.” 

O, suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmaz elbet; fakat yine de O’nun “rahmeti gazabını geçmiştir.” İşte bu yüzden biz O’nun kahrından lütfuna sığınıyoruz. Gazabından rahmetine sığınıyoruz. Celalinden cemaline sığınıyoruz. O’ndan yine O’na sığınıyoruz. 

Kâinatta var olan her şeyi Allah yoktan yaratmıştır, O her an yaratmaktadır. Yaratılmış olarak gördüğümüz şeyler de, hatta bütün hücrelerimizle biz de her an devamlı (sürekli) yaratılmaktayız. Gördüğümüz, bildiğimiz ve hissettiğimiz hiçbir şey rastgele ve kör bir tesadüfün eseri değildir ve hiçbir şey sebepsiz değildir.

Herkesin iki kelimelik duası: “Allah korusun!” Ben de ‘âmin’ derken sıfatlarını hatırladım Rabbimin. 

Sadece Allah’ın varlığına ve uluhiyyetine değil, O’nun koruyup-gözeten, yaratıp-yok eden, yaşatıp-öldüren, yüceltip-alçaltan, lütuf ya da kahrıyla terbiye eden, ödüllendirip-cezalandıran vasıflarını bünyesinde toplayan rububiyyetine de inanan bir Mü’min olarak, bu duaya bütün yüreğimle “amin!” diyorum. 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.