DEDAŞ
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Millî Eğitim ve Kültür Bakanlarımıza Önemli Bir Çağrı!

Otuz yıl Millî Eğitim’de görev yapmış emekli bir kardeşinizim. Yirmi yılı idareci, on yılı öğretmen olarak. Eğitim fakültesi Matematik bölümü mezunu ve açık İlahiyata da devam ettim. Geçirdiğim ağır ameliyatlardan dolayı 2008’de emekli oldum. On sekiz yıldır da Akit gazetesinde makaleler, Cuma ve Tefekkür sayfaları hazırlamaktayım.    Bir insan var, din hakkında birçok şey öğrenmiş. Hangi dinî konuyu açsanız hem de iddialı biçimde söyleyecek sözleri var. Fıkıh, kelam, tasavvuf, siyer, her konuda. Birtakım kitapları da okumuş. Ve hep bu bilgilerle uğraşıyor. Düşünceye pek yer verdiği yok. Aslen öğrenmenin usul ve disiplinlerinden de çok uzaklarda. Peşin hüküm ve yargılama hâkim. Malzeme var, malzemeleri karıştırıyor, fakat bir türlü yemek yapamıyor. Dolayısıyla faydalı olamadığı gibi çoğu zaman da zararlı oluyor istese de istemese de. Bir başka insan tipine geçelim şimdi. Nispeten az ama sağlam bilgilerin sahibi. Fakat edindiği bilgileri hayatının ışığı gibi değerlendiriyor. Tevekkülü yerinde, tedbir gayreti ve dengesi yerinde. Gösterişi sevmez. Dedikodu yapmaz. Sevgiyle bakar. Yardımseverdir. İnceliklidir, mütevazıdır. Hayatın acıları karşısında sabır göstermeyi sevinçlerin karşısında şımarmamayı bilir. Yani, az biliyor ama, bildiğini bir bütünlük şuuru içinde yaşıyor. Ve düşünmeyi de biliyor. Bu eski insan tipidir işte. Hasretini çektiğimiz insanlar. Toplumumuz hasta. Kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşıyor.     Rahatsızlık toplumun kalbindedir, ruhundadır. Bunu görmezsek, görmeye cesaret edemezsek, düşünmeye başlayamayız bile. Kaygan zeminde, imtihanlar içinde ayakta durmaya çalışıyoruz. Dayananlar, direnenler, mukavemet göstererek sürüklenmeyenler!   Hak ve Bâtıl mücadelesi bitmez/bitmeyecek. Yeter ki bizler hep hak ve hakikatin yanında olalım. Devlet, millet, ümmet düşmanlarıyla mücadeleye devam edelim. Küreselleşme adına insanlığın yok edildiği günümüzde aidiyetimizi kaybetmeden, aşağılık kompleksine düşmeden, bu sıkıntıları aşacağız. Günü değil geleceği kurtarmalıyız. Köklerimize inmeden göklere yükselemeyeceğimizi, kültürel inkârın kültürel intihar olduğunu, fiilen değil, zihnen işgal edildiğimizi bilelim. İslâm’dan başka insanlığa umut sunabilecek hiçbir sistem yok. İnsanlığın namusunu, şerefini, haysiyetini, asaletini koruyabilecek, yaşayacak, yaşatacak tek nizam İslâm! Bu gerçekleri unutmayacağız.   Terör ve bölücülük musibetinin aydınlar tarafından ‘insan hakları ve özgürlük’ maskesiyle sahiplenenlere ‘Özgürlüğün Allah’a kullukla başladığını’ haykıracağız. Dünyayı, kendimizi, hayatı anlamak zorundayız. Gündelikçilik alışkanlığını sıyırıp atacağız. Gündeme uymayacak, gündemi biz belirleyeceğiz. Peygamberimizin izini sürerek. Dünyanın sömürgeleştirilemeyen tek ülkesiyiz ama müstemleke ülkesini andırıyoruz. Her hal ve şartta yaşanan bir dinin mensubu olan bizlerin eğitim sistemimiz olsaydı hasreti çekilen şefkat, merhamet, rahmet, insanlık, samimiyet, bizi BİZ yapan değerlerle yetişen kaybedilmemiş bir gençliğimiz olurdu. Çok farklı bir dönemden geçiyoruz. Toplumsal-ekonomik-kültürel-siyasi değişimler, darbeler, darbe teşebbüsleri, emperyalist devletlerin zulüm ve katliamları, insanlık dışı yapılanların ‘özgürlük, hak, hukuk, demokrasi, laiklik, Batı uygarlığı’ adı altında yutturulmaları sebebiyle acımasız, şefkatsiz, merhametsiz bir toplum oluştu.   Yazımı Yusuf Kaplan hocamızın altını çize çize okuduğum Bir Anadolu Feneri ile Medeniyet Kazıları (Selis Yay.) kitabından birkaç cümlesiyle bitireyim. Şu soruyu da sorarak. Millî Eğitim ve Kültür (Turizmi çıkardım. Müstakil bir Kültür Bakanlığı olmalı.) Bakanlarımız; sizleri önemli bir çağrıda bulunuyorum. İlim ’den yana mısınız, Bilim’den yana mı? “İlim, hakikate teslim olma çabası. Bilim, hakikati teslim alma çabasıdır. İlim; tefekkürle, yaradılışın sırlarını keşfetme gayretiyle mesafe kateter. Bilim; Doğayı, eşyayı, insanları, teslim alma gayreti gösterir. Ve sonunda da dünyayı teslim alma çabasına, sömürgecilik biçimine, kolonyalizme dönüşür. İlimle yapılan yolculuk ise; varlığın mertebeleri meselesini özümseyerek, içselleştirerek dünyaya ve eşyaya baktığınızı düşündürür. Dolayısıyla ilim, hakikati araştırdığınız için üzerinde gittiklerinizi teslim almayı değil, hakikate teslim olmayı gerektirir. Sonuçta ilimle yapılan yolculuk: Hakikatin izini sürmek, dünya üzerinde hâkimiyet kurmak değil. İki medeniyeti kavramlarıyla bilmek, konumlarının farklılığını, farklı hakikat tasavvurlarını ifade etmeliyiz.   … İslâm medeniyeti başkalarını imhaya değil hem kendini hem de başkalarını inşaya ve ihyaya dayanan bir medeniyet tecrübesi geliştirdi. Başka medeniyetlere kendileri olarak, kendileri kalarak yaşama imkânı sunan, hayat hakkı tanıyan, en gelişmiş, en derinlikli, en merhametli, en adaletli medeniyet tecrübesi İslâm medeniyetidir. Bu medeniyetin zirvesi Osmanlı medeniyetidir. Osmanlı, adalet, şefkat ve merhamet demektir. Osmanlı; sulh ve selamet, kardeşlik dünyası ve düzeni demektir. Osmanlı henüz anlaşılamamıştır, aşılamamıştır. Bütün medeniyetlerle temasa geçen hiçbirini, ihmal ve imha etmeyen, Osmanlı medeniyetidir. Osmanlı ruhudur. Osmanlı ruhunu ve misyonunu keşfedebilirsek, dünyayı yeniden insanca bir dünyaya dönüştürebiliriz.    … Bu çağı ve kendini tanıma meselesi; ayette zikredilen, meselenin tam merkezinde yer alır. Ayette; insanların birbirini tanıyabilmeleri için farklı kavimler, kabileler, etnisiteler vs. olarak yaratıldığından söz edilir. Burada farklılık; farklılığın tanınması, bilinmesi, birliğin, tevhidi inşanın kaynağı olarak gösterilir bize. Kendimizi tanımazsak, ne olduğumuzun cevabını veremeyiz, dünyaya hiçbir şey sunamayız. Başkasını tanımazsak; dünyaya ne verebileceğimizi, nasıl verebileceğimizi bilemeyiz. İnsanlık tarihinde ilk defa bir çağ körleşmesi yaşanıyor. İnsanlık tarihinde bu kadar tehlikeli bir zaman dilimi yaşanmadı.    Çağ körleşmesi; bütün insanlığın algılama, var olma, düşünme, yaşama, zevk ve beğeni biçimlerini ilk defa tek tipleştirdi. Bütün kültürlerin, bütün dünyaların, bütün düşünme ve düşünce biçimlerinin, bütün havzaların ve medeniyetlerin var olma alanlarını iptal etti. Zihinlerini iğfal etti ve bütün farklılıkları düzleştirdi. Ürpertici bir gerçek bu! Bütün kültürlerin yok edilmesi, bütün zihinlerin, bakış açılarının yok edilmesi ne demek? Üzerinde kafa yormamız gereken asıl mesele bu…”  (Devamı gelecek yazımda İnşallah.)
Ekleme Tarihi: 16 Haziran 2023 - Cuma

Millî Eğitim ve Kültür Bakanlarımıza Önemli Bir Çağrı!

Otuz yıl Millî Eğitim’de görev yapmış emekli bir kardeşinizim. Yirmi yılı idareci, on yılı öğretmen olarak. Eğitim fakültesi Matematik bölümü mezunu ve açık İlahiyata da devam ettim. Geçirdiğim ağır ameliyatlardan dolayı 2008’de emekli oldum. On sekiz yıldır da Akit gazetesinde makaleler, Cuma ve Tefekkür sayfaları hazırlamaktayım. 
 
Bir insan var, din hakkında birçok şey öğrenmiş. Hangi dinî konuyu açsanız hem de iddialı biçimde söyleyecek sözleri var. Fıkıh, kelam, tasavvuf, siyer, her konuda. Birtakım kitapları da okumuş. Ve hep bu bilgilerle uğraşıyor. Düşünceye pek yer verdiği yok. Aslen öğrenmenin usul ve disiplinlerinden de çok uzaklarda. Peşin hüküm ve yargılama hâkim. Malzeme var, malzemeleri karıştırıyor, fakat bir türlü yemek yapamıyor. Dolayısıyla faydalı olamadığı gibi çoğu zaman da zararlı oluyor istese de istemese de. Bir başka insan tipine geçelim şimdi. Nispeten az ama sağlam bilgilerin sahibi. Fakat edindiği bilgileri hayatının ışığı gibi değerlendiriyor. Tevekkülü yerinde, tedbir gayreti ve dengesi yerinde. Gösterişi sevmez. Dedikodu yapmaz. Sevgiyle bakar. Yardımseverdir. İnceliklidir, mütevazıdır. Hayatın acıları karşısında sabır göstermeyi sevinçlerin karşısında şımarmamayı bilir. Yani, az biliyor ama, bildiğini bir bütünlük şuuru içinde yaşıyor. Ve düşünmeyi de biliyor. Bu eski insan tipidir işte. Hasretini çektiğimiz insanlar. Toplumumuz hasta. Kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşıyor.  
 
Rahatsızlık toplumun kalbindedir, ruhundadır. Bunu görmezsek, görmeye cesaret edemezsek, düşünmeye başlayamayız bile. Kaygan zeminde, imtihanlar içinde ayakta durmaya çalışıyoruz. Dayananlar, direnenler, mukavemet göstererek sürüklenmeyenler!
 
Hak ve Bâtıl mücadelesi bitmez/bitmeyecek. Yeter ki bizler hep hak ve hakikatin yanında olalım. Devlet, millet, ümmet düşmanlarıyla mücadeleye devam edelim. Küreselleşme adına insanlığın yok edildiği günümüzde aidiyetimizi kaybetmeden, aşağılık kompleksine düşmeden, bu sıkıntıları aşacağız. Günü değil geleceği kurtarmalıyız. Köklerimize inmeden göklere yükselemeyeceğimizi, kültürel inkârın kültürel intihar olduğunu, fiilen değil, zihnen işgal edildiğimizi bilelim. İslâm’dan başka insanlığa umut sunabilecek hiçbir sistem yok. İnsanlığın namusunu, şerefini, haysiyetini, asaletini koruyabilecek, yaşayacak, yaşatacak tek nizam İslâm! Bu gerçekleri unutmayacağız.
 
Terör ve bölücülük musibetinin aydınlar tarafından ‘insan hakları ve özgürlük’ maskesiyle sahiplenenlere ‘Özgürlüğün Allah’a kullukla başladığını’ haykıracağız. Dünyayı, kendimizi, hayatı anlamak zorundayız. Gündelikçilik alışkanlığını sıyırıp atacağız. Gündeme uymayacak, gündemi biz belirleyeceğiz. Peygamberimizin izini sürerek. Dünyanın sömürgeleştirilemeyen tek ülkesiyiz ama müstemleke ülkesini andırıyoruz. Her hal ve şartta yaşanan bir dinin mensubu olan bizlerin eğitim sistemimiz olsaydı hasreti çekilen şefkat, merhamet, rahmet, insanlık, samimiyet, bizi BİZ yapan değerlerle yetişen kaybedilmemiş bir gençliğimiz olurdu. Çok farklı bir dönemden geçiyoruz. Toplumsal-ekonomik-kültürel-siyasi değişimler, darbeler, darbe teşebbüsleri, emperyalist devletlerin zulüm ve katliamları, insanlık dışı yapılanların ‘özgürlük, hak, hukuk, demokrasi, laiklik, Batı uygarlığı’ adı altında yutturulmaları sebebiyle acımasız, şefkatsiz, merhametsiz bir toplum oluştu.
 
Yazımı Yusuf Kaplan hocamızın altını çize çize okuduğum Bir Anadolu Feneri ile Medeniyet Kazıları (Selis Yay.) kitabından birkaç cümlesiyle bitireyim. Şu soruyu da sorarak. Millî Eğitim ve Kültür (Turizmi çıkardım. Müstakil bir Kültür Bakanlığı olmalı.) Bakanlarımız; sizleri önemli bir çağrıda bulunuyorum. İlim ’den yana mısınız, Bilim’den yana mı? “İlim, hakikate teslim olma çabası. Bilim, hakikati teslim alma çabasıdır. İlim; tefekkürle, yaradılışın sırlarını keşfetme gayretiyle mesafe kateter. Bilim; Doğayı, eşyayı, insanları, teslim alma gayreti gösterir. Ve sonunda da dünyayı teslim alma çabasına, sömürgecilik biçimine, kolonyalizme dönüşür. İlimle yapılan yolculuk ise; varlığın mertebeleri meselesini özümseyerek, içselleştirerek dünyaya ve eşyaya baktığınızı düşündürür. Dolayısıyla ilim, hakikati araştırdığınız için üzerinde gittiklerinizi teslim almayı değil, hakikate teslim olmayı gerektirir. Sonuçta ilimle yapılan yolculuk: Hakikatin izini sürmek, dünya üzerinde hâkimiyet kurmak değil. İki medeniyeti kavramlarıyla bilmek, konumlarının farklılığını, farklı hakikat tasavvurlarını ifade etmeliyiz.
 
… İslâm medeniyeti başkalarını imhaya değil hem kendini hem de başkalarını inşaya ve ihyaya dayanan bir medeniyet tecrübesi geliştirdi. Başka medeniyetlere kendileri olarak, kendileri kalarak yaşama imkânı sunan, hayat hakkı tanıyan, en gelişmiş, en derinlikli, en merhametli, en adaletli medeniyet tecrübesi İslâm medeniyetidir. Bu medeniyetin zirvesi Osmanlı medeniyetidir. Osmanlı, adalet, şefkat ve merhamet demektir. Osmanlı; sulh ve selamet, kardeşlik dünyası ve düzeni demektir. Osmanlı henüz anlaşılamamıştır, aşılamamıştır. Bütün medeniyetlerle temasa geçen hiçbirini, ihmal ve imha etmeyen, Osmanlı medeniyetidir. Osmanlı ruhudur. Osmanlı ruhunu ve misyonunu keşfedebilirsek, dünyayı yeniden insanca bir dünyaya dönüştürebiliriz. 
 
… Bu çağı ve kendini tanıma meselesi; ayette zikredilen, meselenin tam merkezinde yer alır. Ayette; insanların birbirini tanıyabilmeleri için farklı kavimler, kabileler, etnisiteler vs. olarak yaratıldığından söz edilir. Burada farklılık; farklılığın tanınması, bilinmesi, birliğin, tevhidi inşanın kaynağı olarak gösterilir bize. Kendimizi tanımazsak, ne olduğumuzun cevabını veremeyiz, dünyaya hiçbir şey sunamayız. Başkasını tanımazsak; dünyaya ne verebileceğimizi, nasıl verebileceğimizi bilemeyiz. İnsanlık tarihinde ilk defa bir çağ körleşmesi yaşanıyor. İnsanlık tarihinde bu kadar tehlikeli bir zaman dilimi yaşanmadı. 
 
Çağ körleşmesi; bütün insanlığın algılama, var olma, düşünme, yaşama, zevk ve beğeni biçimlerini ilk defa tek tipleştirdi. Bütün kültürlerin, bütün dünyaların, bütün düşünme ve düşünce biçimlerinin, bütün havzaların ve medeniyetlerin var olma alanlarını iptal etti. Zihinlerini iğfal etti ve bütün farklılıkları düzleştirdi. Ürpertici bir gerçek bu! Bütün kültürlerin yok edilmesi, bütün zihinlerin, bakış açılarının yok edilmesi ne demek? Üzerinde kafa yormamız gereken asıl mesele bu…”  (Devamı gelecek yazımda İnşallah.)
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.