DEDAŞ
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Sade hayat imandandır. Unutmayalım!

İçinde bulunduğumuz şartlar bir mü’min olarak üzerinde düşünmemizi gerekli kılıyor. Üzerine üşüştüğümüz dünyanın gerçek çehresini bize gösteriyor. Ne yazık ki bile bile bu kapana takılıp kalıyoruz. Önce âyetin mealini okuyalım. Sonra da âyetin anlattıklarını anlamaya çalışalım: ‘Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki bitirdiği bitki, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ama ahirette (böyle olmayacak) ya şiddetli, çetin bir azap veya Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metasından (aldatıcı ve geçici bir tatmin) vasıtasından başka bir şey değildir.’ (57 Hadid 20) Dünyayı yaratan ve şekillendiren sonra da bizi onun üzerinde sınamak isteyen Allah’tır. İmtihan çeşidini, zaman ve şartlarını da belirleyen sadece O’dur. Allah’ın takdirinde dünya oyun ve eğlencedir. Süstür, övünme vesilesidir mal-evlat yarışından ibarettir. Bu altı çizili kavramlara dikkat edersek Allah’ın dünyayı nasıl görmemizden razı olacağını da anlarız. Bütün bunlara rağmen Allah, dünyanın tamamen ihmal edilmesini de istememiştir; sınamanın tam gerçekleşmesi için dünyanın da ihmal edilmemesi gerekmektedir. Kullarının elinde dünya da bulunsun istemiştir ama ellerinde durması gereken dünyayı kalplerine koyanları da kaybedenler listesine geçirecektir. Rabbimiz, bütün insanların çok rahat anlayabilecekleri bir örnekle gözlerimizi açmayı murat etmiştir: Yağmur ve bitki! Yağan yağmur toprağı coşturur. Coşan toprak çiftçinin yüzünü güldürür ama bir zaman sonra yağan yağmurla beraber yeşeren bitki kurumaya yüz tutar. Sonra da toprak eski hâlini alır. Dünya da böyledir: Eline geçince yüzünü güldürür. Onu ekine döndüremezsen kurur gider, elinde iken sana ahireti kazandıracak bir nimet olduğu hâlde azaba sebep olur. Dünyayı ahiret kazancına sebep olarak kullanamayanlar, dünya yüzünden kesinlikle azap göreceklerdir. Nitekim onu ahiret kazancına sebep yapanlar da ebedî bir cennet nimetinin vesilesine dönüştürürler dünyayı.  İnsanların dünyevileşme meyline, ahireti unutma gafletine karşı İslam toplumu Tasavvufu geliştirmiştir. Doğrusu eğrisi bir kenara tasavvuf, dünyevileşme gidişatına karşı gelişmiştir. Şimdiki tasavvuf ekolleri yani tasavvuf üzere çalışan gruplar, insanlara Fudayl’lerin, Ceylani’lerin, Gazali’lerin, İmam-ı Rabbani’lerin menkıbelerini ders kitabı gibi okutan insanların yaşayışları bile ‘dünyevîleşme hastalığı’ndan kurtulamadıklarını göstermektedir. Şimdiki tasavvuf erbabı, zühd ve takva vitrini oluşturanlar, iş adamlarından daha lüks bir hayat yaşamaktadırlar. Önceleri ‘Çilehane’ olarak hatırlanan tekkeler şimdi lüks hanelere dönüşmüştür.  Yunus Emre’nin sırtında heybesi ile dağdan dağa yürüdüğünü menkıbe olarak anlatanlar özel helikopterlerle zikir meclislerine katılmaktadırlar. ‘Tasavvuf erbabında bile böylesi bir sürece gelindi ise gerisi nasıldır?’ diye düşünmekten kendimizi alıkoyamıyor, hastalığın dehşetini ve insanımızı ne duruma düşürdüğünü daha iyi anlıyoruz.  Sade hayatın imandan olduğu unutuluyor. Lüks ve israftan uzaklaşıp, konfor ve refahı hayatından çıkarsa problemler çözülür. Dünya nimetlerinin üzerine çullanan Müslüman, başka bir göstergeye gerek bırakmayacak kadar dünya nimetlerine râm olmuştur. Siyasi, ekonomik ve sosyal menfaatler üzerindeki hırs, bu çullanmanın göstergesidir. Aslı helal olan ama elde ediliş tarzı helal olmayan imkânlar ya da abartılan mübahlar bu yola kayışı gösterir. Üç günlük dünyayı ebedîleştirme sonucuna götüren bir anlayış, ebedî saadet arayan bir insan için çelişki olacaktır elbette. Bilhassa haram sınırlarının zorlanması, mü’minlerin mü’min olmayanlar gibi iş yapması, kazanç elde etmesi, birbirlerinin hukukunu çiğnemesi dünyaya çullanmadır. Masa-kasa-nisa üçgeninde kaybolup gitmekte.  Nisa suresi 139. Ayete baktığımızda; “Mü’minleri bırakıp da kâfirleri veli edinenler, şeref ve itibarı onların yanında mı arıyorlar? İyi bilin ki şeref ve itibar bütünüyle Allah’a aittir.” İtibarın, şerefin, saygınlığın izzet ve şerefin, kudret ve hükümranlığın bütünüyle Allah’a ait olduğuna dikkat çekildiğini anlayıp şeref ve haysiyetin Rabbimizin koyduğu ölçülere uymakta olduğunu idrak ederiz. Mümin ölçü koyan değil, ölçüye uyandır. Kimlik-kişilik-şahsiyet sahibidir. Çevrenin (muhitin) şekline uyan değil, çevreye şekil verendir.  Bakara 138. Ayete baktığımızda; “İnsana doğuştan Allah’ın vurduğu fıtrat boyası olan İslam’a gelin! İnsan annesinden günahıyla birlikte doğmaz, ama sorumluluğuyla birlikte doğar! Sıbğatallah “fıtratallah” olarak anlaşılmalıdır. Boyaların hası Allah’ın boyasıdır; Allah’ın boyası “fıtrat”, yani insanın doğasıdır.  Fıtrat, insanın doğasına Allah’ın döşediği muhteşem altyapıdır. İnsanın tek doğal boyası budur; onun üzerine sürülen tüm boyalar sentetiktir. Zımnen: Müslüman olmak bir başka boyayla boyanmak değil, sentetik boyaları atıp kendi öz boyasına dönmektir. Bu yüzden İslâm’a dönüş öze dönüş, kendine geliştir.”  Fıtrat üzere yaşamamız gerektiğini görürüz. Tekâsür suresinin defalarca okunup üzerinde tefekkür edilmesine, bu dönemde ne kadar da muhtacız! Ölüm bile ürkütmüyor artık. Nasıl ürkütsün ki mezarlıklar bile zenginlik ölçüsü oldu. Mezarların mermerlerle görkemli yapılması da hastalıklı yapı. Allah’ın bize, oyun ve eğlence olarak tanıttığı dünya, gaye ve hedef hâlini almıştır. İnsanoğlu çok malla elde edilecek imkan ve itibarın ona her kapıyı açacağını düşünüyor. Kınanan çok mal değil, mal çok az da olsa onu çoğaltma tutkusudur.  Cüneydi Bağdadi hazretleri fakrı, ‘Fakr hiçbir şeye sahip olmaman değil, dünyalara sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir’ diyor. Serveti, keyfimizce tasarruf edeceğimiz bir mülkiyet değil, hesabı sorulacak bir emanet olarak görürsek kendimizi toparlayabiliriz. Şeytan, insanı bitmeyen bir fakirlik ve muhtaçlık korkusu altında tutmak ister.  Bunun için de sabah akşam yalanlarla dolu bir propagandayı evde, camide her yerde enjekte etmeye çalışır. Cimriliğe, kısmaya teşvik eder. Tavize sürükler. Zillete bile razı ettirir. İster ki mü’min hiç dünyanın peşinden ayrılmasın. Sanki mü’min bir an dünyayı ihmal etse tamamen elinden gidecek zanneder. Rabbim bütün maddi ve manevi hastalıklardan hepimizi muhafaza buyursun. Birlik ve dirlikten ayırmasın. Ümmetin derdiyle dertlenmeyi, ümmet şuuruyla hareket etmeyi, Mescidi Aksa’yı Kudüs’ü unutturmasın. Gazze’deki katliamı yapan Siyonizm’i, İsrail’i ve ona uşaklık edenleri de Kahhar ismiyle kahreylesin.  Rabbimiz görünen ve görünmeyen güçleriyle kardeşlerimize yardım etsin. Bizleri de her hal ve şartta mazlumun yanında, zalimin karşısında olmayı Allah’ın razı olduğu safta bulunmayı nasip eylesin. 
Ekleme Tarihi: 14 Kasım 2023 - Salı

Sade hayat imandandır. Unutmayalım!

İçinde bulunduğumuz şartlar bir mü’min olarak üzerinde düşünmemizi gerekli kılıyor. Üzerine üşüştüğümüz dünyanın gerçek çehresini bize gösteriyor. Ne yazık ki bile bile bu kapana takılıp kalıyoruz. Önce âyetin mealini okuyalım. Sonra da âyetin anlattıklarını anlamaya çalışalım:

‘Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki bitirdiği bitki, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ama ahirette (böyle olmayacak) ya şiddetli, çetin bir azap veya Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metasından (aldatıcı ve geçici bir tatmin) vasıtasından başka bir şey değildir.’ (57 Hadid 20)

Dünyayı yaratan ve şekillendiren sonra da bizi onun üzerinde sınamak isteyen Allah’tır. İmtihan çeşidini, zaman ve şartlarını da belirleyen sadece O’dur. Allah’ın takdirinde dünya oyun ve eğlencedir. Süstür, övünme vesilesidir mal-evlat yarışından ibarettir. Bu altı çizili kavramlara dikkat edersek Allah’ın dünyayı nasıl görmemizden razı olacağını da anlarız.

Bütün bunlara rağmen Allah, dünyanın tamamen ihmal edilmesini de istememiştir; sınamanın tam gerçekleşmesi için dünyanın da ihmal edilmemesi gerekmektedir. Kullarının elinde dünya da bulunsun istemiştir ama ellerinde durması gereken dünyayı kalplerine koyanları da kaybedenler listesine geçirecektir. Rabbimiz, bütün insanların çok rahat anlayabilecekleri bir örnekle gözlerimizi açmayı murat etmiştir: Yağmur ve bitki! Yağan yağmur toprağı coşturur. Coşan toprak çiftçinin yüzünü güldürür ama bir zaman sonra yağan yağmurla beraber yeşeren bitki kurumaya yüz tutar. Sonra da toprak eski hâlini alır. Dünya da böyledir: Eline geçince yüzünü güldürür. Onu ekine döndüremezsen kurur gider, elinde iken sana ahireti kazandıracak bir nimet olduğu hâlde azaba sebep olur. Dünyayı ahiret kazancına sebep olarak kullanamayanlar, dünya yüzünden kesinlikle azap göreceklerdir. Nitekim onu ahiret kazancına sebep yapanlar da ebedî bir cennet nimetinin vesilesine dönüştürürler dünyayı. 

İnsanların dünyevileşme meyline, ahireti unutma gafletine karşı İslam toplumu Tasavvufu geliştirmiştir. Doğrusu eğrisi bir kenara tasavvuf, dünyevileşme gidişatına karşı gelişmiştir. Şimdiki tasavvuf ekolleri yani tasavvuf üzere çalışan gruplar, insanlara Fudayl’lerin, Ceylani’lerin, Gazali’lerin, İmam-ı Rabbani’lerin menkıbelerini ders kitabı gibi okutan insanların yaşayışları bile ‘dünyevîleşme hastalığı’ndan kurtulamadıklarını göstermektedir. Şimdiki tasavvuf erbabı, zühd ve takva vitrini oluşturanlar, iş adamlarından daha lüks bir hayat yaşamaktadırlar. Önceleri ‘Çilehane’ olarak hatırlanan tekkeler şimdi lüks hanelere dönüşmüştür. 

Yunus Emre’nin sırtında heybesi ile dağdan dağa yürüdüğünü menkıbe olarak anlatanlar özel helikopterlerle zikir meclislerine katılmaktadırlar. ‘Tasavvuf erbabında bile böylesi bir sürece gelindi ise gerisi nasıldır?’ diye düşünmekten kendimizi alıkoyamıyor, hastalığın dehşetini ve insanımızı ne duruma düşürdüğünü daha iyi anlıyoruz. 

Sade hayatın imandan olduğu unutuluyor. Lüks ve israftan uzaklaşıp, konfor ve refahı hayatından çıkarsa problemler çözülür. Dünya nimetlerinin üzerine çullanan Müslüman, başka bir göstergeye gerek bırakmayacak kadar dünya nimetlerine râm olmuştur. Siyasi, ekonomik ve sosyal menfaatler üzerindeki hırs, bu çullanmanın göstergesidir. Aslı helal olan ama elde ediliş tarzı helal olmayan imkânlar ya da abartılan mübahlar bu yola kayışı gösterir. Üç günlük dünyayı ebedîleştirme sonucuna götüren bir anlayış, ebedî saadet arayan bir insan için çelişki olacaktır elbette. Bilhassa haram sınırlarının zorlanması, mü’minlerin mü’min olmayanlar gibi iş yapması, kazanç elde etmesi, birbirlerinin hukukunu çiğnemesi dünyaya çullanmadır. Masa-kasa-nisa üçgeninde kaybolup gitmekte. 

Nisa suresi 139. Ayete baktığımızda; “Mü’minleri bırakıp da kâfirleri veli edinenler, şeref ve itibarı onların yanında mı arıyorlar? İyi bilin ki şeref ve itibar bütünüyle Allah’a aittir.” İtibarın, şerefin, saygınlığın izzet ve şerefin, kudret ve hükümranlığın bütünüyle Allah’a ait olduğuna dikkat çekildiğini anlayıp şeref ve haysiyetin Rabbimizin koyduğu ölçülere uymakta olduğunu idrak ederiz. Mümin ölçü koyan değil, ölçüye uyandır. Kimlik-kişilik-şahsiyet sahibidir. Çevrenin (muhitin) şekline uyan değil, çevreye şekil verendir. 

Bakara 138. Ayete baktığımızda; “İnsana doğuştan Allah’ın vurduğu fıtrat boyası olan İslam’a gelin! İnsan annesinden günahıyla birlikte doğmaz, ama sorumluluğuyla birlikte doğar! Sıbğatallah “fıtratallah” olarak anlaşılmalıdır. Boyaların hası Allah’ın boyasıdır; Allah’ın boyası “fıtrat”, yani insanın doğasıdır. 

Fıtrat, insanın doğasına Allah’ın döşediği muhteşem altyapıdır. İnsanın tek doğal boyası budur; onun üzerine sürülen tüm boyalar sentetiktir. Zımnen: Müslüman olmak bir başka boyayla boyanmak değil, sentetik boyaları atıp kendi öz boyasına dönmektir. Bu yüzden İslâm’a dönüş öze dönüş, kendine geliştir.” 

Fıtrat üzere yaşamamız gerektiğini görürüz. Tekâsür suresinin defalarca okunup üzerinde tefekkür edilmesine, bu dönemde ne kadar da muhtacız! Ölüm bile ürkütmüyor artık. Nasıl ürkütsün ki mezarlıklar bile zenginlik ölçüsü oldu. Mezarların mermerlerle görkemli yapılması da hastalıklı yapı. Allah’ın bize, oyun ve eğlence olarak tanıttığı dünya, gaye ve hedef hâlini almıştır. İnsanoğlu çok malla elde edilecek imkan ve itibarın ona her kapıyı açacağını düşünüyor. Kınanan çok mal değil, mal çok az da olsa onu çoğaltma tutkusudur. 

Cüneydi Bağdadi hazretleri fakrı, ‘Fakr hiçbir şeye sahip olmaman değil, dünyalara sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir’ diyor. Serveti, keyfimizce tasarruf edeceğimiz bir mülkiyet değil, hesabı sorulacak bir emanet olarak görürsek kendimizi toparlayabiliriz. Şeytan, insanı bitmeyen bir fakirlik ve muhtaçlık korkusu altında tutmak ister. 

Bunun için de sabah akşam yalanlarla dolu bir propagandayı evde, camide her yerde enjekte etmeye çalışır. Cimriliğe, kısmaya teşvik eder. Tavize sürükler. Zillete bile razı ettirir. İster ki mü’min hiç dünyanın peşinden ayrılmasın. Sanki mü’min bir an dünyayı ihmal etse tamamen elinden gidecek zanneder.

Rabbim bütün maddi ve manevi hastalıklardan hepimizi muhafaza buyursun. Birlik ve dirlikten ayırmasın. Ümmetin derdiyle dertlenmeyi, ümmet şuuruyla hareket etmeyi, Mescidi Aksa’yı Kudüs’ü unutturmasın. Gazze’deki katliamı yapan Siyonizm’i, İsrail’i ve ona uşaklık edenleri de Kahhar ismiyle kahreylesin. 

Rabbimiz görünen ve görünmeyen güçleriyle kardeşlerimize yardım etsin. Bizleri de her hal ve şartta mazlumun yanında, zalimin karşısında olmayı Allah’ın razı olduğu safta bulunmayı nasip eylesin. 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.