DEDAŞ
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Tam bir kafa ve gönül karışıklığı yaşıyoruz

Türk milleti, etnik farkları kaynaştırıp ölümsüzleştiren manevileşmiş tarihi varlığıyla bir bütündür. Türk milleti Müslüman’dır. Türkiye’de Müslüman azınlık yoktur. “Türk” kelimesi, milli planda, bir ırkın değil, ırkını manevileştirmiş bir millete mensubiyetin adıdır. Türkiye, Türk milletinin anavatanıdır. Din-dil tarih şuuru millî sıhhatin teminatıdır. Millet olmak; manevi, tarihi ve idealist bir gönül beraberliği içinde bulunmaktır. Bir kafatası meselesi değildir. Millet, yaşayan nüfustan ibaret değildir. Türk milleti, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın İslam’ı en güzel biçimde yaşamış bütün insanlarının manen içinde bulunduğu bir büyük beraberliktir. Yahya Kemal’in “kökü mazide olan âti” sözü hatırlanmaz oldu. Biz ölülerini bile yaşatan bir kültürden geliyoruz. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Yahya Kemal’in Madrid Büyükelçisi olduğu bir dönemde, kendisine Türkiye’nin nüfusu sorulduğunda Üstad, tereddütsüz “80 milyon” der. “Ne diyorsun ekselans? Biz 10-15 milyon biliyorduk” dediklerinde, şair yine tereddütsüz cevap verir: “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız, mezardakiler de nüfusumuza dahildir.” Ne kadar güzel! Bu güzelliği, nezaheti, nezaketi, hassasiyeti unuttuk. Türkiye’de hiçbir zaman “etnik imtiyaz veya mahrumiyet” söz konusu olmamıştır. Aslen ve fiilen, sınıfçı-kastçı bir geleneğimizin olmaması, toplumumuzu tam bir kaynaşma dokusuna, sahip kılmıştır. İfrat, asabiyet, efdaliyet hastalığı bu kaynaşmayı bozmuştur. Birlik beraberlik, et tırnak kaynaşma hali bırakılıp etnik (ırkîlik) öne çıkıp Batı’nın emrinde hareket edilince âdeta çimentosuz harç yapmaya çalışılmıştır. Türk, müşterek milli addır, unvandır, mensubiyettir, hepsine şamildir. Manevi ihmalin kaybı geneldir. Millî Eğitim’in gayri-i millî mahiyetinden doğan zafiyet, birtakım istismarlara zemin hazırlamıştır. “Millet” kavramının bizdeki derin manası düşünülürse, bizim işimizin ne kadar kolay olduğu çok daha iyi anlaşılır. Batı ve bütün şer ittifakı içinde olan iç ve dış devlet düşmanları; manevi değerleri reddedip organik ve maddi unsurları öne çıkararak bölücülüğe (terör örgütleriyle PKK gibi ve siyasi temsilcileri HDP gibi) yeni bir devlet ve yeni bir yurt (vatan değil) kurma eylemleri toplumun huzurunu kaçırmıştır. İslâmî kimliğin (kendi değerlerimiz) yerine sekülerizmi, putlaştırıp kutsal haline getirdiler. Kürtlerle Türkler bu ülkede birbirine omuz verdiler, tarihin akışını değiştirdiler. Selahattin Eyyubiler yetiştirdiler. Etle tırnağı ayırdılar. İslâm’dan arındırma, İslâmî kimliği buharlaştırılınca kaybettirilince “İslâm Kardeşliği”nin kuşatıcılığının, samimiyetinin, şefkati merhamet ve rahmetinin yerini vahşet, canilik ve katliam aldı. Batı’nın yerleştirmeye çalıştığı, hep gündemde tuttuğu “İslâm’sız Türkçülük, İslâm’sız Kürtçülük” projesi. Malazgirt zaferinin bile Kemalizm’e geçiş yolu yapıldığını hayret ve isyan duygularıyla seyrediyoruz. Kemalizm’e âlet edilmeyen neredeyse bir tek mefahirimiz kalmadı. 15 Temmuz zaten artık demokrasi ve Atatürk’ü anma günü hâline çoktan geldi. Bu gidişle ancak kendimizden uzaklaşırız, uzaklaşıyoruz. Farkında olsak da olmasak da. Yöneticilerimizin bir an önce uyanması ve gerekli kararları alması lâzım. Çürüyen kökler, çatlayan temeller, o gövdeyi ayakta tutabilir mi? Bunları yazmamın asıl sebebi; ağustos ayı girdiğinde iki önemli zaferin (Malazgirt ve 30 Ağustos Zaferi) İslâm’î vurgudan uzak, Kemalizm ve Sekülerizme yöneliş içinde yapılmaları sebebiyledir. Her 30 Ağustos geldiğinde Malazgirt ruhu, yok sayılır, kaskatı laik bir hava estirilir, 30 Ağustos zaferinin yegâne kaynağı da istiklal savaşının da İslâmî ruhla kazanılmasıdır. Bundan doğru dürüst bahsedilmez. 30 Ağustos toprakları emperyalistlere yem etmeyen, çiğnetmeyen bir direniş ve varoluş destanıdır. Önemli tarihi günlerimizde alıştırıldığımız; laikliğe, sekülerizme ve Kemalizm’e karşı hassasiyetimizi kaybetmemiz; bizleri düşünmeyen, sorgulamayan, sadece bakan insanlar durumuna düşürüyor. Bayraklardan başlayalım. Bayrağımız şehit kanı zemininde ay yıldızdır. Zemine sevdiğimiz, saydığımız kim olursa olsun onun portresi konmaz, konmamalı. Devlet terbiyesi diye bir şey de kalmamış. Kılıçdaroğlu’nun devletin seçilmiş Cumhurbaşkanını elleri mabadinde karşılaması ayıptır, millete saygısızlıktır ve kabul edilemez. Milletin seçtiğine daha “Cumhurbaşkanı” demedi. Atatürk heykelini yapmada/yaptırmada CHP’lilerin iştahını bilir ve normal karşılardık. Bizim muhafazakârlar da şimdi Atatürk heykeli yapmada CHP’lilerle yarışıyorlar. Bunların da kulağını çekmek lâzım. Biz mekanlara ruh vermişiz, gidin Balkanlar’daki toprağın sesini dinleyin. Anadolu’nun kenarı, köşesi içi bir bütündür. Anadolu biziz, biz Anadolu’yuz. Elimizi, kolumuzu, bağrımızı parçaladılar yetmedi; şimdi ellerini sokup kalbimizi, ciğerimizi söküp almak istiyorlar. Türkiye’nin güçlenmesi, bütün İslâm Alemi’nin, bütün insanlığın hayrınadır. Türkiye çökerse bütün Müslümanlar altında kalır. Türkiye İslam Alemi’nin kalbidir. Kim ne tür tezgâh peşinde koşarsa koşsun, bu toplumun İslâm’dan ve tarihten koparılmasına aslâ izin vermeyecek bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, geleceğimizi kurmaya hazırlanan öncü bir nesil geliyor. 
Ekleme Tarihi: 04 Eylül 2023 - Pazartesi

Tam bir kafa ve gönül karışıklığı yaşıyoruz

Türk milleti, etnik farkları kaynaştırıp ölümsüzleştiren manevileşmiş tarihi varlığıyla bir bütündür. Türk milleti Müslüman’dır. Türkiye’de Müslüman azınlık yoktur. “Türk” kelimesi, milli planda, bir ırkın değil, ırkını manevileştirmiş bir millete mensubiyetin adıdır. Türkiye, Türk milletinin anavatanıdır. Din-dil tarih şuuru millî sıhhatin teminatıdır. Millet olmak; manevi, tarihi ve idealist bir gönül beraberliği içinde bulunmaktır. Bir kafatası meselesi değildir. Millet, yaşayan nüfustan ibaret değildir. Türk milleti, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın İslam’ı en güzel biçimde yaşamış bütün insanlarının manen içinde bulunduğu bir büyük beraberliktir. Yahya Kemal’in “kökü mazide olan âti” sözü hatırlanmaz oldu. Biz ölülerini bile yaşatan bir kültürden geliyoruz. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Yahya Kemal’in Madrid Büyükelçisi olduğu bir dönemde, kendisine Türkiye’nin nüfusu sorulduğunda Üstad, tereddütsüz “80 milyon” der. “Ne diyorsun ekselans?

Biz 10-15 milyon biliyorduk” dediklerinde, şair yine tereddütsüz cevap verir: “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız, mezardakiler de nüfusumuza dahildir.” Ne kadar güzel! Bu güzelliği, nezaheti, nezaketi, hassasiyeti unuttuk. Türkiye’de hiçbir zaman “etnik imtiyaz veya mahrumiyet” söz konusu olmamıştır. Aslen ve fiilen, sınıfçı-kastçı bir geleneğimizin olmaması, toplumumuzu tam bir kaynaşma dokusuna, sahip kılmıştır. İfrat, asabiyet, efdaliyet hastalığı bu kaynaşmayı bozmuştur. Birlik beraberlik, et tırnak kaynaşma hali bırakılıp etnik (ırkîlik) öne çıkıp Batı’nın emrinde hareket edilince âdeta çimentosuz harç yapmaya çalışılmıştır. Türk, müşterek milli addır, unvandır, mensubiyettir, hepsine şamildir. Manevi ihmalin kaybı geneldir. Millî Eğitim’in gayri-i millî mahiyetinden doğan zafiyet, birtakım istismarlara zemin hazırlamıştır. “Millet” kavramının bizdeki derin manası düşünülürse, bizim işimizin ne kadar kolay olduğu çok daha iyi anlaşılır.

Batı ve bütün şer ittifakı içinde olan iç ve dış devlet düşmanları; manevi değerleri reddedip organik ve maddi unsurları öne çıkararak bölücülüğe (terör örgütleriyle PKK gibi ve siyasi temsilcileri HDP gibi) yeni bir devlet ve yeni bir yurt (vatan değil) kurma eylemleri toplumun huzurunu kaçırmıştır. İslâmî kimliğin (kendi değerlerimiz) yerine sekülerizmi, putlaştırıp kutsal haline getirdiler. Kürtlerle Türkler bu ülkede birbirine omuz verdiler, tarihin akışını değiştirdiler. Selahattin Eyyubiler yetiştirdiler. Etle tırnağı ayırdılar. İslâm’dan arındırma, İslâmî kimliği buharlaştırılınca kaybettirilince “İslâm Kardeşliği”nin kuşatıcılığının, samimiyetinin, şefkati merhamet ve rahmetinin yerini vahşet, canilik ve katliam aldı. Batı’nın yerleştirmeye çalıştığı, hep gündemde tuttuğu “İslâm’sız Türkçülük, İslâm’sız Kürtçülük” projesi. Malazgirt zaferinin bile Kemalizm’e geçiş yolu yapıldığını hayret ve isyan duygularıyla seyrediyoruz. Kemalizm’e âlet edilmeyen neredeyse bir tek mefahirimiz kalmadı. 15 Temmuz zaten artık demokrasi ve Atatürk’ü anma günü hâline çoktan geldi. Bu gidişle ancak kendimizden uzaklaşırız, uzaklaşıyoruz. Farkında olsak da olmasak da.

Yöneticilerimizin bir an önce uyanması ve gerekli kararları alması lâzım. Çürüyen kökler, çatlayan temeller, o gövdeyi ayakta tutabilir mi? Bunları yazmamın asıl sebebi; ağustos ayı girdiğinde iki önemli zaferin (Malazgirt ve 30 Ağustos Zaferi) İslâm’î vurgudan uzak, Kemalizm ve Sekülerizme yöneliş içinde yapılmaları sebebiyledir. Her 30 Ağustos geldiğinde Malazgirt ruhu, yok sayılır, kaskatı laik bir hava estirilir, 30 Ağustos zaferinin yegâne kaynağı da istiklal savaşının da İslâmî ruhla kazanılmasıdır. Bundan doğru dürüst bahsedilmez. 30 Ağustos toprakları emperyalistlere yem etmeyen, çiğnetmeyen bir direniş ve varoluş destanıdır. Önemli tarihi günlerimizde alıştırıldığımız; laikliğe, sekülerizme ve Kemalizm’e karşı hassasiyetimizi kaybetmemiz; bizleri düşünmeyen, sorgulamayan, sadece bakan insanlar durumuna düşürüyor. Bayraklardan başlayalım. Bayrağımız şehit kanı zemininde ay yıldızdır. Zemine sevdiğimiz, saydığımız kim olursa olsun onun portresi konmaz, konmamalı. Devlet terbiyesi diye bir şey de kalmamış. Kılıçdaroğlu’nun devletin seçilmiş Cumhurbaşkanını elleri mabadinde karşılaması ayıptır, millete saygısızlıktır ve kabul edilemez.

Milletin seçtiğine daha “Cumhurbaşkanı” demedi. Atatürk heykelini yapmada/yaptırmada CHP’lilerin iştahını bilir ve normal karşılardık. Bizim muhafazakârlar da şimdi Atatürk heykeli yapmada CHP’lilerle yarışıyorlar. Bunların da kulağını çekmek lâzım. Biz mekanlara ruh vermişiz, gidin Balkanlar’daki toprağın sesini dinleyin. Anadolu’nun kenarı, köşesi içi bir bütündür. Anadolu biziz, biz Anadolu’yuz. Elimizi, kolumuzu, bağrımızı parçaladılar yetmedi; şimdi ellerini sokup kalbimizi, ciğerimizi söküp almak istiyorlar. Türkiye’nin güçlenmesi, bütün İslâm Alemi’nin, bütün insanlığın hayrınadır. Türkiye çökerse bütün Müslümanlar altında kalır. Türkiye İslam Alemi’nin kalbidir. Kim ne tür tezgâh peşinde koşarsa koşsun, bu toplumun İslâm’dan ve tarihten koparılmasına aslâ izin vermeyecek bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, geleceğimizi kurmaya hazırlanan öncü bir nesil geliyor. 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.