DEDAŞ
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Yaşadıklarımız ve Düşündürdükleri

Ekrem İmamoğlu hakkında verilen ceza, haklı veya haksız olarak Türkiye’nin gündemine oturdu. Hep ceza konuşulup Tayyip ERDOĞAN ile kıyaslanıyor, yan yana getiriliyor. Meşhur kalemşörler bir defa olsun, bu cezanın şiirden olmadığı “ağzı bozukluk, galiz kelimeler, cümlelerden olduğu için seçilen, mümessil durumunda olanların konuşmalarına, hal ve hareketlerine dikkat etmesi gerekir” yazdılar mı, söylediler mi? “Cezaya sevinilmez, üzülünür” dediler mi? Partisinden habersiz organize işler çevrilir mi, fırıldak gibi dönülür mü, yuvarlak masanın yuvarlak adamları öne çıkarılır mı? Taklitçilik yapılır mı?  Alkış tutmaktan, şovmenlikten başka. Bizlere de “Yazıklar olsun!” demek düşüyor.  Öte yandan yalan haberlerle, iftiralarla toplumun, masum insanların sosyal medyada infaz edilmesine, yüzlerce yıllık köklü kurumların yıpratılmasına da göz yumulamaz. Toplumu ayakta tutan aile gibi güçlü, köklü manevî kurumlar olan tarikatlar gibi, cemaatler gibi müesseseler “algı operasyonları” ile tahrip edilemez. Suçun şahsîliği esas olduğu halde genelleme yapılamaz. Kendi köklerimize, kültürümüze, millî ve manevi değerlerimize vurulamaz. İşlenen bir suçtan ötürü, dindar veya laik bütün bir kitle, camia mahkûm edilemez. Bu toplumun en temiz insanlarının her tür cinsel ilişkiyi meşru gören kişiler veya şebekeler tarafından “sübyancı, tecavüzcü” diye lanse edilmesi sineye çekilemez.  Çocuklara karşı işlenen cinsel tecavüz suçları en ağır şekilde cezalandırılır. Münferit olaylar, laik veya dindar kesimlerden birini aşağılamak ve mahkûm etmek için kullanılamaz. Yaşananlar, yeni “28 Şubat Fadime Şahinler icat etme projesi” olabilir. Bu tür iğrençlikleri bu toplum kaç kez yaşadı? Benzer bir tezgâhın yaşanması her zaman canlı tutuldu ülkemizde. Ülkemizin kaosa sürüklenmesi için yabancı istihbarat örgütlerinin devreye girebileceği içimizdeki kendi değerlerine düşman olanlarla ortak hareket edecekleri (Taksim Gezi örneği) gerçeğini de asla göz ardı edilemez. Çocuk istismarına, çocuklara cinsel tacizlere, tecavüzlere aslâ göz yumulamaz. Bu konuda kimsenin gözünün yaşına bakılamaz. Suçlular en ağır şekilde cezalandırılır. Meselede çok bilinmeyenli yığınla cevapsız sorular var. Nerede bir olumsuzluk varsa bunu İslam’a, Müslümanlara, gönüllü kuruluşlara (cemaatler, vakıf, dernek, vs.) bağlamak hastalıklı yapının tezahürüdür.   Vatan, millet, devlet, ülke düşmanlıklarının sorgulanmasını basın özgürlüğüne mani bir ülke görünümünü verdirtenlere sahip çıkanlara hiçbir şey denmez, içerde dışarda itibar görürler.   Siyasi örgütün bölücülük faaliyeti düşünce sayılacak. Ama işlerde bir terslik olursa, terör cephesi hareketlenecek. Yahut hareketlenebileceği hatırlatılacak! Böyle bir demokrasi olur mu? Demokrasilerde ‘bölge partisi’ olur mu? Demokrasilerde ‘terör’ tehdidinin bir baskı unsuru olarak kullanılması aklın alacağı bir iş midir? Bütün bunları; demokrasi adına savunanlar var mı yok mu? Var olanlar arasında, ‘aklı başında’ bilinen kalem ve kelam ehli kişiler yer alıyor mu almıyor mu? Terör örgütlerinin siyasi ayağı olan HDP ile aynı safta birleşenleri görünce; ‘bu insanlar bu hallere de mi düşeceklerdi?’ diyorsunuz. Bir de utanmadan Kürt vatandaşlarımızla uzaktan yakından ilgisi olmayan Selahattin Demirtaş ve âvanesiyle görüşmeler, konuşmalar, bu canilere serbestlik istemelere varıncaya kadar. Her millî meselede dış güçlerin ağzıyla konuşmalarını da görünce onların hükümet sözcüsü zannedersiniz. Bilge lider dedikleri köşesine çekilmesi gerekenden, Başbakanlık ve Bakanlık yapmış olup parti kuranlardan, Batı’nın uşaklığına soyunan muhalefet partisinin başına kadar. (Lider diyemiyorum. Uşaklık yapana lider denmez.) Biz böylesine milli mevzularda bile bir uzlaşma oluşturamazsak, hiçbir meseleyi hal yoluna koyamayız, ‘kültürel-ekonomik-siyasî-sosyal-ilmî-fikrî’ hiçbir ciddi gelişmeyi gerçekleştiremeyiz. Millet olarak bir bilinç tutulması yaşıyoruz. Bir başka meselemiz: Gündemden hiç düşmeyen mesele İslâm ile insanı buluşturamamak. Çeşitli plan ve programlarla İslâm’ı terörle (fundamentalizmle) beraber gösterme (Batı’nın kurdurduğu DEAŞ terör örgütü unutulmasın. Şekli dindarlık gösterileri içinde Allah diyerek canilik ve katillik yapan vahşi, kan emici çocuk katilleri teröristleri İslâm ile bağdaştırarak dinden uzaklaşmalarına sebep olma. Görevleri bu!) Bu ülkenin ekmeğini yiyip suyunu içen şehit kanlarıyla yoğrulan bu vatan topraklarında hayat sürenlere ne anlatabilirsiniz? Hidayetleri için duadan başka. Tabii kabilse. Bir başka hastalık da yerleştirilmeye çalışılıyor. O da çıplaklık kültüründen beslenen, bütün bir hayatı, kültürü, medyayı, müzik, film, reklam endüstrisini, genç kuşakların dünyalarını kuşatan, belirleyen, yönlendiren tek “din” artık: “Cinsellik” dini. Her şeyin merkezinde LGBT’nin kullandığı hız ve haz var artık. “Her şey mübah” görülerek dinî çerçeve ile sınırlandırılmaz. Helâl-haram, günah-sevap soruları sorulmaz. Tamamen hayvanî, şehevî, içgüdü ile hareket! Adı da modernleşme-modernizm, sekülerleşme-sekülerizm, laikleşme-laisizm, hümanizma-hümanizm, deizm, panteizm, nihilizm, vs. Bütün bunların çıkış noktası da fıtrattan uzaklaşma! Kutsal’dan ayrılma: Paganizm.   Modernlerin bireyi, nefsinin, nefs-i emmaresinin (kötülüğü emreden güdülerinin) kölesi oldu. Seküler/modern birey, nefsinin kölesidir. Müslüman fert, nefsini kölesi yapar. Nefsinin kölesi olmayan insanlar nefes alırlar, başkalarına nefes verirler ve nefes olurlar. Postmodern toplum; anlamın anlamsızlaştığı, değerin değersizleştiği, insanın dünyasızlaştığı, dünyanın insansızlaştığı kaotik bir yer’ oluşturdu ve insanları oraya sürükledi. İnsanı da, insanlığı da alçalttı, alçaklığa sürükledi. Çare: Fıtrata dönüş. Fıtrata dönüşün oluşumu da Müslüman, mü’min kimliğine bağlı. Mü’min/Müslüman; insana ne olduğunu hatırlatan kişinin adıdır. Sadece Allah’a ve Resulüne iman eden, oradan gelen emir ve yasaklara uyan, hassasiyetlerini kaybetmeyip canlı tutan ve “hayat tarzı” haline getiren Mü’min kimliği ve şahsiyeti. Allah’ın kendisine güvendiğini iliklerine kadar hisseden, duyan, bilen kişi. Peygamberimizin ifadesiyle “mü’min, kendisine güvenilen ve başkasına güven veren kişidir.” Dünyayı “cinnet toplumu”ndan “cennet toplumu”na çevirendir. (Devam edeceğim İnşallah…) 
Ekleme Tarihi: 21 Aralık 2022 - Çarşamba

Yaşadıklarımız ve Düşündürdükleri

Ekrem İmamoğlu hakkında verilen ceza, haklı veya haksız olarak Türkiye’nin gündemine oturdu. Hep ceza konuşulup Tayyip ERDOĞAN ile kıyaslanıyor, yan yana getiriliyor. Meşhur kalemşörler bir defa olsun, bu cezanın şiirden olmadığı “ağzı bozukluk, galiz kelimeler, cümlelerden olduğu için seçilen, mümessil durumunda olanların konuşmalarına, hal ve hareketlerine dikkat etmesi gerekir” yazdılar mı, söylediler mi? “Cezaya sevinilmez, üzülünür” dediler mi? Partisinden habersiz organize işler çevrilir mi, fırıldak gibi dönülür mü, yuvarlak masanın yuvarlak adamları öne çıkarılır mı? Taklitçilik yapılır mı? 

Alkış tutmaktan, şovmenlikten başka. Bizlere de “Yazıklar olsun!” demek düşüyor. 

Öte yandan yalan haberlerle, iftiralarla toplumun, masum insanların sosyal medyada infaz edilmesine, yüzlerce yıllık köklü kurumların yıpratılmasına da göz yumulamaz. Toplumu ayakta tutan aile gibi güçlü, köklü manevî kurumlar olan tarikatlar gibi, cemaatler gibi müesseseler “algı operasyonları” ile tahrip edilemez. Suçun şahsîliği esas olduğu halde genelleme yapılamaz. Kendi köklerimize, kültürümüze, millî ve manevi değerlerimize vurulamaz. İşlenen bir suçtan ötürü, dindar veya laik bütün bir kitle, camia mahkûm edilemez. Bu toplumun en temiz insanlarının her tür cinsel ilişkiyi meşru gören kişiler veya şebekeler tarafından “sübyancı, tecavüzcü” diye lanse edilmesi sineye çekilemez. 

Çocuklara karşı işlenen cinsel tecavüz suçları en ağır şekilde cezalandırılır. Münferit olaylar, laik veya dindar kesimlerden birini aşağılamak ve mahkûm etmek için kullanılamaz. Yaşananlar, yeni “28 Şubat Fadime Şahinler icat etme projesi” olabilir. Bu tür iğrençlikleri bu toplum kaç kez yaşadı? Benzer bir tezgâhın yaşanması her zaman canlı tutuldu ülkemizde. Ülkemizin kaosa sürüklenmesi için yabancı istihbarat örgütlerinin devreye girebileceği içimizdeki kendi değerlerine düşman olanlarla ortak hareket edecekleri (Taksim Gezi örneği) gerçeğini de asla göz ardı edilemez. Çocuk istismarına, çocuklara cinsel tacizlere, tecavüzlere aslâ göz yumulamaz. Bu konuda kimsenin gözünün yaşına bakılamaz. Suçlular en ağır şekilde cezalandırılır. Meselede çok bilinmeyenli yığınla cevapsız sorular var. Nerede bir olumsuzluk varsa bunu İslam’a, Müslümanlara, gönüllü kuruluşlara (cemaatler, vakıf, dernek, vs.) bağlamak hastalıklı yapının tezahürüdür.  

Vatan, millet, devlet, ülke düşmanlıklarının sorgulanmasını basın özgürlüğüne mani bir ülke görünümünü verdirtenlere sahip çıkanlara hiçbir şey denmez, içerde dışarda itibar görürler.  

Siyasi örgütün bölücülük faaliyeti düşünce sayılacak. Ama işlerde bir terslik olursa, terör cephesi hareketlenecek. Yahut hareketlenebileceği hatırlatılacak! Böyle bir demokrasi olur mu? Demokrasilerde ‘bölge partisi’ olur mu? Demokrasilerde ‘terör’ tehdidinin bir baskı unsuru olarak kullanılması aklın alacağı bir iş midir? Bütün bunları; demokrasi adına savunanlar var mı yok mu? Var olanlar arasında, ‘aklı başında’ bilinen kalem ve kelam ehli kişiler yer alıyor mu almıyor mu? Terör örgütlerinin siyasi ayağı olan HDP ile aynı safta birleşenleri görünce; ‘bu insanlar bu hallere de mi düşeceklerdi?’ diyorsunuz. Bir de utanmadan Kürt vatandaşlarımızla uzaktan yakından ilgisi olmayan Selahattin Demirtaş ve âvanesiyle görüşmeler, konuşmalar, bu canilere serbestlik istemelere varıncaya kadar. Her millî meselede dış güçlerin ağzıyla konuşmalarını da görünce onların hükümet sözcüsü zannedersiniz. Bilge lider dedikleri köşesine çekilmesi gerekenden, Başbakanlık ve Bakanlık yapmış olup parti kuranlardan, Batı’nın uşaklığına soyunan muhalefet partisinin başına kadar. (Lider diyemiyorum. Uşaklık yapana lider denmez.) Biz böylesine milli mevzularda bile bir uzlaşma oluşturamazsak, hiçbir meseleyi hal yoluna koyamayız, ‘kültürel-ekonomik-siyasî-sosyal-ilmî-fikrî’ hiçbir ciddi gelişmeyi gerçekleştiremeyiz. Millet olarak bir bilinç tutulması yaşıyoruz. Bir başka meselemiz: Gündemden hiç düşmeyen mesele İslâm ile insanı buluşturamamak. Çeşitli plan ve programlarla İslâm’ı terörle (fundamentalizmle) beraber gösterme (Batı’nın kurdurduğu DEAŞ terör örgütü unutulmasın. Şekli dindarlık gösterileri içinde Allah diyerek canilik ve katillik yapan vahşi, kan emici çocuk katilleri teröristleri İslâm ile bağdaştırarak dinden uzaklaşmalarına sebep olma. Görevleri bu!) Bu ülkenin ekmeğini yiyip suyunu içen şehit kanlarıyla yoğrulan bu vatan topraklarında hayat sürenlere ne anlatabilirsiniz? Hidayetleri için duadan başka. Tabii kabilse. Bir başka hastalık da yerleştirilmeye çalışılıyor. O da çıplaklık kültüründen beslenen, bütün bir hayatı, kültürü, medyayı, müzik, film, reklam endüstrisini, genç kuşakların dünyalarını kuşatan, belirleyen, yönlendiren tek “din” artık: “Cinsellik” dini. Her şeyin merkezinde LGBT’nin kullandığı hız ve haz var artık. “Her şey mübah” görülerek dinî çerçeve ile sınırlandırılmaz. Helâl-haram, günah-sevap soruları sorulmaz. Tamamen hayvanî, şehevî, içgüdü ile hareket! Adı da modernleşme-modernizm, sekülerleşme-sekülerizm, laikleşme-laisizm, hümanizma-hümanizm, deizm, panteizm, nihilizm, vs. Bütün bunların çıkış noktası da fıtrattan uzaklaşma! Kutsal’dan ayrılma: Paganizm.  

Modernlerin bireyi, nefsinin, nefs-i emmaresinin (kötülüğü emreden güdülerinin) kölesi oldu. Seküler/modern birey, nefsinin kölesidir. Müslüman fert, nefsini kölesi yapar. Nefsinin kölesi olmayan insanlar nefes alırlar, başkalarına nefes verirler ve nefes olurlar. Postmodern toplum; anlamın anlamsızlaştığı, değerin değersizleştiği, insanın dünyasızlaştığı, dünyanın insansızlaştığı kaotik bir yer’ oluşturdu ve insanları oraya sürükledi. İnsanı da, insanlığı da alçalttı, alçaklığa sürükledi. Çare: Fıtrata dönüş. Fıtrata dönüşün oluşumu da Müslüman, mü’min kimliğine bağlı. Mü’min/Müslüman; insana ne olduğunu hatırlatan kişinin adıdır. Sadece Allah’a ve Resulüne iman eden, oradan gelen emir ve yasaklara uyan, hassasiyetlerini kaybetmeyip canlı tutan ve “hayat tarzı” haline getiren Mü’min kimliği ve şahsiyeti. Allah’ın kendisine güvendiğini iliklerine kadar hisseden, duyan, bilen kişi. Peygamberimizin ifadesiyle “mü’min, kendisine güvenilen ve başkasına güven veren kişidir.” Dünyayı “cinnet toplumu”ndan “cennet toplumu”na çevirendir. (Devam edeceğim İnşallah…) 
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.